Aslında bu sözleşme İstanbul'da imzalanıp, İstanbul'un adı ile anıldığı için hepimizin gurur duyması gerekmektedir.
Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi, şimdilerde kadını hor gören eski değer yargılarını, gelenek, görenek ve inançları bugünkü çağdaş topluma dayatma hedefi ile hareket eden bir takım muhafazakâr çevreler tarafından yalan yanlış gerekçeler ile hedefe konulmuş ve eleştiri odağı haline getirilmiş bulunmaktadır.
İçerisinde bu sözleşmeye imza koyan AKP'li yöneticilerin de bulunduğu bazı zevat Türkiye'nin bu sözleşmeden imzasını çekmesini istemektedirler.
Bu taleplerini meşru göstermek içinde yalana başvurup sözleşmenin “aile bütünlüğünü bozduğu” ve “LGBT'yi yasallaştırdığını” iddia etmektedirler.
Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi, ya da bilinen adıyla İstanbul Sözleşmesi, kadına karşı şiddet ve aile içi şiddet konularında temel standartları ve devletlerin bu konudaki yükümlülüklerini belirleyen bir uluslararası insan hakları sözleşmesidir. Bu sözleşme ne aile yapısını değiştirme ya da yok etme hedefini taşır ve nede farklı cinsel tercih ve yönelimler ile bir ilgisi vardır.
İstanbul Sözleşmesi her şeyden önce kadına karşı şiddeti bir insan hakkı ihlali ve ayrımcılık türü olarak tanımlayan ilk bağlayıcı nitelikte uluslararası düzenlemedir. Kadına karşı şiddet uygulamaya kimin ne hakkı vardır, kadına karşı şiddeti kim nasıl savunabilir?
Sözleşmede "kadına yönelik şiddet", ister kamusal ister özel alanda meydana gelsin, kadınlara yönelik fiziksel, cinsel, psikolojik ve ekonomik, acı ve ıstırap veren veya verebilecek olan, cinsiyete dayalı her türlü eylem veya bu eylemlerle tehdit etme, zorlama, keyfi olarak özgürlükten yoksun bırakma olarak tanımlanmıştır. Aile içi şiddet ise aile içinde veya hanede veya mağdur faille aynı evi paylaşsa da paylaşmasa da eski veya şimdiki eşler veya partnerler arasında meydana gelen her türlü fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik şiddet eylemi olarak tanımlanmıştır.
İstanbul Sözleşmesi, kadına yönelik şiddetin toplumsal cinsiyete dayalı ayrımcılığın hem bir sonucu ve hem de sebebi olarak tanımlanmasını sağlamış; şiddetin ortaya çıkmadan önlenmesi, mağdurların korunması, faillerin cezalandırılması ve konu hakkında gerekli politikaların üretilmesi yöntemini benimsemiştir.
Bu tanıma ve bu tanım uyarınca kadına karşı şiddet vakalarının önlenmesine, önlenemediği durumlarda etkin bir şekilde cezalandırılmasına kim, neden, nasıl ve hangi hakla hangi akılla karşı çıkabilir?
Devletin en temel görevi vatandaşlarının hak, hukuk ve özgürlüklerini korumak değil midir?
Devlet vatandaşları arasında bir kesimin ezilmesine, dezavantajlı kalmasına rıza gösterirse bu görevi ihmal, sorumluluğu yerine getirmeme olarak değerlendirilmez mi?
Kadını erkeğin malı olarak gören kadına hukuki, siyasi, ekonomik ve medeni bir hak tanımayan arkaik değer yargılarının zehirlediği toplumsal hafızanın, ataerkil kültür ile yetiştirdiği egosu tavan yapmış erkeklerin kadına zarar vermesi, kadının hakkını hukukunu gasp etmesi, kadına şiddet uygulaması böyle hukuk normları olmazsa nasıl engellenecek?
Yalan yanlış bilgilere dayalı algı operasyonu yaratma çabalarına karşı İstanbul sözleşmesi ile ilgili özet bilgi de paylaşmak istiyorum.
İstanbul sözleşmesi kadına karşı şiddeti önleyebilmek amacı ile taraf olan devletlere dört alanda sorumluluk yükler: Önleme, Koruma, Yargılama/Kovuşturma ve Bütüncül Politikalar/Destek Politikaları
İstanbul sözleşmesi anahatları ile böyledir, bir kişi eğer kadını malı ya da kölesi olarak görmüyorsa burada hangi maddeye ve neden itiraz edebilir?
Bu maddeler arasında aile bütünlüğünü tehdit eden ne var?
Eğer aile bütünlüğü kadının şiddet görmeye boyun eğmesi ile korunacaksa zaten yıkılmasın mı öyle aile de, aile bütünlüğü de?
İşin açığı İstanbul Sözleşmesine karşı çıkanlar ya sözleşmeyi okumadan ağızdan dolma tüfek gibi ezbere konuşuyordur yahut da kadını erkeğin kölesi ve malı olarak gören, kadına karşı şiddeti, hatta tecavüzü dahi meşru kabul eden arkaik değerlere bağlıdır. Bu arkaik değerlerin sadece insan hak ve özgürlüklerine değil, Türk töresine ve cumhuriyet devrimlerine de aykırı olduğunu belirtmek isterim.
Hukuk sistemimizi ve toplumumuzu bu tip kişi ve değerlerin etkilemesine, zehirlemesine asla izin vermemeliyiz...