Sevgili dostlar,
Bugün sizleri fotoğrafçılığın en büyülü unsurlarından birine, ışığa davet ediyorum. Çünkü fotoğraf, kelime anlamıyla da ışıkla yazmaktır. Işık olmadan fotoğraf olmaz. Ama mesele sadece bir sahneyi aydınlatmak değildir; mesele, ışığın ruhunu anlamak ve onu en doğru şekilde kullanarak bir duyguyu, bir hikayeyi ortaya çıkarmaktır.
Işığın peşinde geçen yıllar boyunca şunu fark ettim: Işığın sadece fotoğrafı değil, insanın ruhunu da değiştirdiğini… Sabahın ilk ışıklarıyla gün doğumunu izlediğinizde hissettiklerinizle, gün batımında turuncuya boyanmış gökyüzünün altında otururken hissettikleriniz aynı değildir. Çünkü ışık sadece görmekle ilgili değildir; hissetmekle de ilgilidir.
Işığın Dili: Soğuk mu, Sıcak mı?
Her ışık farklı bir duygu taşır. Soğuk ve sert bir ışık, bazen yalnızlığı ya da mesafeyi hissettirir. Sıcak ve yumuşak bir ışık ise huzuru, güveni, bazen de nostaljiyi anlatır.
• Sabahın yumuşak ışığı, umudu ve yeni başlangıçları fısıldar.
• Öğlenin sert ışığı, netliği ve gerçekçiliği vurgular ama bazen de acımasız olabilir.
• Gün batımının sıcak ışığı, geçmişe duyulan özlemi ve dinginliği hissettirir.
• Gece karanlığındaki yapay ışıklar, gizemi, bilinmeyeni ve belki de biraz melankoliyi anlatır.
Fotoğrafçılıkta ışık seçimi, aslında anlatmak istediğiniz hikayeyi şekillendiren en önemli unsurlardan biridir. Bazen bir yüzü tamamen aydınlatırsınız ve her detay görünür olur. Bazen de sadece gözlerine vuracak bir ışıkla, ruhunu açığa çıkarırsınız.
Benim İçin Işık Neydi?
Işığı ilk fark ettiğim anı hatırlıyorum. Çocukken pencereden içeri süzülen gün batımı ışığını izlerdim. O altın sarısı ışığın duvarda bıraktığı gölgeler, beni bambaşka bir dünyaya götürürdü. Sanırım o an, fotoğrafçılığa ilk kez orada aşık oldum.
Sonraları, ışığın sadece doğal bir fenomen olmadığını, aynı zamanda bir duygu dili olduğunu keşfettim. Bir sokakta yürürken, ışığın bir yüzeye çarpıp nasıl bir gölge oluşturduğunu izlemek, benim için bir meditasyon gibi oldu. Bir insanın yüzüne düşen loş bir ışık, içindeki hüznü ortaya çıkarabiliyordu. O yüzden her fotoğrafa bakarken, ilk önce ışığı görmeye çalışırım. Çünkü ışık, bir fotoğrafın gerçek hikayesini anlatan ilk ve en önemli şeydir.
Işığın Peşinde Geçen Bir Hayat
Bugün nerede olursam olayım, hep ışığı takip ediyorum. Zanzibar’da bir sahilde gün batımını izlerken de, Kapadokya’da sisin arasından süzülen ilk ışık huzmelerini yakalarken de… Çünkü ışık değiştikçe, dünya değişir. Ve o değişimi görmek, bana her zaman ilham verir.
Fotoğrafçılık sadece bir makineyle güzel kareler yakalamak değildir. Fotoğrafçılık, ışığı anlamak ve hissetmektir. Belki de bu yüzden hayatımın büyük bir kısmı, “ışığın peşinde koşmak” ile geçti. Ve sanırım ömrüm boyunca da bu yolculuk devam edecek.
Bir sonraki yazımızda buluşmak dileğiyle, ışığınız hep bol olsun.
Sevgiler…