Güner DİNÇASLAN Bu sözü duyduğunuz an, son yıllarda siyaset arenasında, sıkça duymaya alıştığımız; yolsuzluk, hırsızlık kavramına...
Bu sözü duyduğunuz an, son yıllarda siyaset arenasında, sıkça duymaya alıştığımız; yolsuzluk, hırsızlık kavramına vurgu yaptığımı sanacaksınız. Vakti gelince ondan da bahsedeceğim ama hırsızlığın birçok türleri var ve ben bugün edebi hırsızlığı ele almak istiyorum. Şimdi siz okuyucuların, ‘biz birçok hırsızlık biliyorduk ama edebi hırsızlığı pek duymamıştık diyeceksiniz,’ en azından öyle diyeceğinizi tahmin ediyorum. Hem sanat ve edebiyat, narin, nahif, nezaketli insanların işi, bu alanda hırsızlık olur mu hiç? Böyle inanır ve böyle söyleriz, öyle olması da gerekir. Ancak hafife alınmayacak en büyük hırsızlıklar maalesef bu alanda olmaktadır. Ben bir tek eserden bahsedeceğim, sadece bir tanesinden…
Teknik hırsızlığı anlaya biliriz, hayatı kolaylaştırdığı için görmezden gelinebilinir. Gönül hırsızlığı dediğimiz şey de, kulağa, kalbe de çok romantik gelir. Bir de fikir hırsızı var, vaktinizi boşa harcatan insanlar da vakit hırsızı olur. Zamanınız boşa harcanır, geri alamazsınız.
Lafı uzatmadan gelelim edebi hırsızlıklara. Zamanın birinde bir tiyatro eserini sahnede izlemiştim. Bir şehrin koskoca Şehir Tiyatrosu sahneye bir eser koymuştu. Seyirciler pür dikkat izlerlerken, ben oyuncuların tiratlarını bir yerlerden duyduğumu hatırlıyor ama mana veremiyordum. Dejavu yaşadığımı sanıyordum, sanki bu sahneleri daha önce bir yerlerde ya okumuş ya da seyretmiştim. Birden; “ Boşunadır, sağır kulaklara söylenen sözler” cümlesiyle irkildim. Bu cümle bana yabancı değil ve Alman yazar Goethe’ye ait ve onun 1806 yılında yazmaya başladığı,1832 yılında ömrünün sonunda bitirebildiği eşsiz eseri “Faust” içinde geçmekteydi, bundan o kadar emindim ki, telaşla ve dehşetle çevreme bakmaya başladım, başka kimler bunu fark etti diye. Hiç kimse fark etmemiş tepkisizlerdi, hoş fark etseler bile tepki vereceklerini sanmıyorum zira ben bu olayı yıllarca söylüyorum, yazıyorum hiç kimse “ arkadaşım sen ne diyorsun” demiyorlar. Peki sahneye konulan, bir Türk yazarın eseri diye takdim edilen, üstelikte adına üstat denilen bu Türk yazar kimdi?
Bu üstadın birçok kitabını okumuştum. Edebi eserleri arasında çocuk yaşlarda ezberlediğim ama yıllar sonra bunun da Fransız bir şairden çalıntı olduğunu öğrendiğim ‘Kaldırımlar’ şiirinin müellifi Necip Fazıl Kısakürek’ti. Bunu öğrendiğimde ben de edebi bir travma yaşatmıştı. Onun bir eseri olan “Para” isimli eserini sahneye koyduklarını sanan tiyatro topluluğu, araştırmadan, bir heyecanla bu büyük üstadın eserini sahneye koydukları için alkış üstüne alkış alıyorlardı. Haklı bir gurur yaşıyorlardı.
Bu konuyu yıllardan beri durmandan dile getiriyorum. Necip Fazıl severler zahmet buyurup “ İftira atıyorsun üstat böyle bir şey yapmaz” demiyorlar. Burada uzun uzun anlatmayacağım, bir atasözü derki, “ Halep oradaysa, arşın burada” efendim iki kitabı elinize alınız karşılaştırınız. Ruh – Şeytan, papaz, derviş karşılaştırmalarını yapınız, sadece isim değişikliği olduğunu siz de anlayacaksınız.
Bu bağlamda, ben yıllardan beri dile getirdiğim bu olayda haksızsam yerden göğe kadar özür dileyeceğim.
Yıllarca yabancı dilden aşırdıkları edebi eserleri bize kendilerininmiş gibi yutturdular(!) çünkü dil bilmiyorduk, çevirileri de yoktu, ama şimdi öyle değil, dünyanın neresinde olursa olsun yazılan bir eseri orijinalini bulmak okumak karşılaştırmak mümkün. Gerçi bu bir işe yarıyor mu, yine onları allayıp pullayıp okuyucu karşısına çıkıyorlar. Valla ne yalan söyleyeyim, bu yüzsüzleri fazla engellemiyor, çalıntı olduğu söylense bile hala bunu yapan yazarlar var. Bu başka bir yazı konusu olsun, diğer yazarları da burada anlatayım, gerçi bunun adına yazar kıskançlığı deniliyor da, olsun ben yine de yazayım, tarihin tozlu raflarında kalsa da bir gün bir işe yarar.,
Dünya edebiyatında neden fazla sesimiz çıkmıyor, neden sesimizi duyuramıyoruz diyenlere küçük bir örnek efendim. Ben az söyledim siz çok anlayın. Maazallah Türk Edebiyatından bir çeviri yapılsa diğer dillere, mahcup olacağımız kesin, özgün eserlerimiz yok. Tereciye tere satmış gibi olacağımız için bu alanda yokuz. Üzücü bir durum ama piyasa böyle yazarlarla dolu ve pirim yapıyorlar.
Yazar kıskançlığı yok, gerçeklere bir mum ışığı tutmak istedim, gerisini siz okuyucular aydınlatacaktır. Bu haftalık bu kadar efendim esen kalınız.