İnsan hakları, Kadın hakları, çocuk hakları, yaşlı hakları, hayvan hakları, engelli hakları ne kadar yazarsak o...
İnsan hakları, Kadın hakları, çocuk hakları, yaşlı hakları, hayvan hakları, engelli hakları ne kadar yazarsak o kadar uzayacağından eminim.
Yazdıklarımın dışında kalanların affına sığınarak, ilk aklıma gelenleri sıraladım.
Şimdi tüm canlı hakları diyeceğim, cansızları görmezden gelmiş gibi olacak. Örneğin tarihi kalıntılar, kitaplar, müzelerde toplanmış eserler vb.
Canlı cansız varlıklar diyeceğim, edebiyatın tüm dalları, resimler, fotoğraflar, güzel sanatlar sanatın tüm dallarını görmezden gelmiş olacağım.
Canlılar, cansızlar ve tüm varlıklar diyeceğim, gök cisimleri hayal dünyalarımızı süsleyen sevimli, sevimsiz yaratıklar gelecek. Neyse, bunu da yazarsak uzayıp gidecek anlaşılan…
Sözünü ettiğimiz ve etmediğimiz tüm canlıların ve nesnelerin haklarından söz etmek, buna bağlı olarak da düşünen hayvanı yani insanı asıl düşüncenin merkezine oturtmak gerekiyor.
Yukarıda saydığımız tüm varlıklara iyi veya kötü niyetleriyle hükmeden, koruyan, kollayan ya da zarar veren tek varlık insandır.
Tabii ki canlılar arasındaki düşünsel bağlamda ilişkilerde insanın rolü çok daha büyük ve yücedir.
Büyüklük insanın mütevazılığıyla yücelik de gönül yüceliğiyle olur benim aklımca. Öyle ya, insanın insana saygısı olmazsa geriye ne insan hakları kalır ne de hayvan hakları ve diğer saydığımız nesnelere saygı kalır.
Öncelikle insanın insana saygısı olmalı, klişe sözlerden kaçınarak, doğal, riyasız, dilimizden çıkanın yüreğimizden gelmesi ne kadar asil ve asıl bir duygu olur…
Böyle olunca; ayrı ayrı sıraladığımız hak savunmalarına da gerek kalmaz örgütlenmelere de.
Yukarıda saydığımız canlıya saygı ve tarihin bize armağanı eserleri koruma görevi yasalarla değil insan aklının ve sevgisinin ürünü olarak hayata geçirilirse çok daha değerli ve verimli olur.
Günümüzde bu saydıklarımız oluyor mu? İlk akla gelen “hayır” ancak tam anlamıyla hayır değil. Beyninde aklında ve yüreğinde sevgi taşıyan her insan sözünü ettiğimiz değerlere sahip çıkıyor, yeterli mi elbette hayır.
Bu sadece ülkemizde değil dünyanın her yerinde böyle. Nedeni elbette “ekonomik nedenlerle” insanların bu yaklaşımlara/uğraşlara daha çok zaman ayıramayışları/ayıramayışları.
Ekonomik olarak tuzu kuru olanlar, daha çok kazanma peşindeler, ekonomik olarak zorda olanlar zaten geçim derdindeler. Yukarıda da söylediğim gibi istisnai durumda olanlar yani insana saygı, sevgi besleyenler, topluma, sanata ve doğal zenginliklerimize bilinçle sahip çıkanlar, saygı duyanlar hariç.
Bazı okuyucularımızın aklına, dinler, mezhepler, uluslar gelebilir, asla bunlar belirleyici unsurlar değildir. Her din, dil, ulus farklılığı ile yaşayan toplumlarda iyi diye adlandıracağımız nitelikte insanlar da kötü diye adlandıracağımız insanlar da çıkmaktadır.
İnsan topluluklarında kültürel olarak eğitilememiş, ya da yukarıdaki saydığımız olumsuzlukları içinde barındıran insanları topluma daha yararlı kılmanın yolu yasalarla sağlanmaktadır.
İkisinde de anlayış ve uygulama farklılığı olmasına karşın. Sosyalist veya burjuva demokratik devrimi yapmış ülkelerde, her şeyi kanun ve yasalar çerçevesinde belirlenerek insanlara deklare edilip, yasalara uyulmayan durumlarda da devletin kolluk güçlerinin yasalardan aldıkları yetki çerçevesinde güçlerini kullanarak yasaların işlemesi yönünde görevini icra etmektedir!
Geriye kalan sömürge, yarı sömürge, yeni sömürge ülkelerde mi? Öncelikle yöneticilerin, sonra da yöneticilerden emir alan kolluk güçlerinin dilediği gibi “yasalar” işletilmektedir.