Fotoğraf: Evrim Ağacı
Vitalizm, organik ve inorganik bileşiklerin tanımlanmasındaki farklardan kaynaklanan yanlış bir inanç olarak bilim dünyasında yer edinmiştir. 18. yüzyılda bilim insanları organik ve inorganik bileşiklerin farklı özelliklerini tanımlamaya başladılar. O dönemde organik bileşikler, canlı organizmalardan elde edilen bileşikler olarak tanımlanırken, inorganik bileşikler ise canlı olmayan kaynaklardan elde edilen bileşikler olarak kabul ediliyordu.
Bu tanım farkı, vitalizm adı verilen bir inancın ortaya çıkmasına neden oldu. Vitalizme göre, organik bileşiklerin oluşabilmesi için mutlaka "yaşam gücü" gereklidir. Yani, organik bir bileşiğin sentezi sadece canlı varlıklarda mümkündür. O dönemde hiçbir bilim insanı, laboratuvar ortamında organik bir bileşiğin sentezlenebileceğine inanıyordu.
Ancak, Friedrich Wöhler 1828'de, inorganik bir bileşik olan amonyum siyanatın sulu çözeltisinin buharlaştırılmasıyla organik bir bileşik olan üreyi sentezlediğini gösterdi. Bu keşif, vitalizm inancına büyük bir darbe vurdu ve organik kimyanın gelişimine olanak sağladı. Wöhler’in bulgusu, bilim dünyasında vitalizmin geçerliliğini yitirmesine ve organik kimyanın bilimsel temellerinin atılmasına yol açtı.
Günümüzde ise, organik terimi hala genellikle canlı organizmalardan elde edilen bileşikler için kullanılmaktadır. Ancak "organik besinler" ifadesi, yapay gübre ve böcek ilacı kullanılmadan yetiştirilen ürünleri tanımlamak için popüler hale gelmiştir. Bu kullanımla birlikte, doğal ve yapay ürünler arasındaki farklar bazen yanlış anlaşılabilmektedir.
Örneğin, saf doğal C vitamini ile yapay C vitamini arasında biyolojik olarak hiçbir fark yoktur. Her iki molekül de yapısal olarak aynıdır ve vücutta aynı şekilde işlev görür. Bu durum, organik ve inorganik bileşiklerin kimyasal yapılarındaki farklılıkların yanı sıra, halk arasında oluşan yanlış anlamaları da gözler önüne seriyor.
Kaynak: archive.org