Müştak Baba (1759 – 1832) * Ankara’nın yeni Türkiye Devleti’nin başkenti olacağını 1820’lerde, yani Ankara’nın başkent oluşundan 100 yıl önce aşağıda orijinali, transkripsiyonu ve açıklaması ile sunduğum çok ünlü ANKARA şiiri ile dile getirmiştir.
Hacı Bayram Veli’nin türbesini ziyareti sırasında gelen bir ilhamla, velilere özgü gönül gözünün öngörüsü ile, ancak keşif ve kerametle açıklanabilecek biçimde bir şiirle Ankara’nın 1923’te (H.1341) başkent olacağını müjdelemiştir.
Müştak Baba 555 şiirinin yer aldığı matbu Divan’ında divan edebiyatının çeşitli nazım formlarını çok yetkin biçimde kullanmıştır. Şiirlerinin bir kısmında da ebced tekniğini kullanarak, konu aldığı ünlü kişilerin doğumu, vefatı veya yaşadığı önemli olaylar hakkında edebi ölçüler ve vezin kurallarını da gözeterek tarih düşürmüştür.
Konumuz olan şiirinde ise aynı tekniği kullanarak, bugün 99. Yıl dönümünü kutladığımız olayı gerçekleşmesinden yaklaşık olarak yüzyıl önce duyurması, anlamını bilerek okuyanları hayretler içinde bırakırken şairine de hayranlık duyulmasına yol açmıştır. Müştak Baba derin anlamları açığa çıkarılamamış birçok şiiri ve çok yönlü etkileyici kişiliği ile haklı olarak “Şeyh-ül Mütehayyirin” (hayranlık uyandıran şeyh) olarak saygı görmüştür.
İşte beş beyitten oluşan gazel formundaki ünlü Ankara şiiri:
1 Me’vâ-yı nâzenin kim elf olursa efser
Lâ-büdd olur o me’vâ İslambol ile hem-ser
2 Nun vel kalem başından alınsa nun-i Yunus
Aldıkta harf-i diger olur bu remz azhar
3 Miftah-ı Sûre-i Kaf serhaddi kaf ta kaf
Munzam olunmak ister ra-yı Resûl Peyamber
4 Hayy hu ile ahir maksud oldu zahir
Beyt-i veliyyü’l-ekrem el-Hâc iyd-i ekber
5 Ey pâdişah-ı fehham sultan Hacı Bayram
Ruhan ister ikrâm Müştâk abd-i çâker
Aynı zamanda önemli bir mutasavvıf olan Müştak Baba bir bakıma akrostiş de yaparak bu şiirinin ilk beytinde belirtilen müjdeyi vermiş, şiirin diğer beyitlerinde de tamamlayıcı eklemeleri yapmıştır. Gelelim ilk beytin açıklamasına:
O bilinen yer ki başında elif olur (A, E)
Mutlaka o yer İstanbul ile başa baş olur.
Bu beyitin ilk dizesindeki elf Arapça’da bin (1000) sayısını ifade ettiği gibi, Arapça alfabenin ilk harfi olan elifin de yerini tutmaktadır. Elif harfinin ebced hesabında sayısal karşılığı 1’dir. Efser (taç) kelimesi ise elif (1) fe (80), se (60), re (200) harflerinden oluşmuş olup parantez içinde yazılmış olan sayısal karşılıklarının toplamı 341’dir. “Efser” sözcüğünün sayısal açılımı olan 341’in başına 1 getirildiğinde 1341 olduğu gibi “Elf” (bin) yazılırsa da 1341 olur. Üç basamaklı bir sayı dizisinin başına 1 konulduğunda da bin anlamını taşır ki, yine birinci mısranın ebced hesabıyla sayısal açılımı 1341 olur. Hicri takvimle 1341 yılı ise miladı takvimde 1923’e karşılıktır.
Özetlersek, Müştak Baba bu şiirin ilk beyitinde adı elifle (A,E) başlayan o bilinen yerin 1923’te İstanbul ile başa baş olacağını yanı başkent olacağını söylüyor.
Sıra ikinci beyitte;
Ve nun yazılsa, ortasından alınsa Yunus’un nun’u (N)
Aldığında diğer harfi bu işaret açıkça belli olur.
Müştak Baba’nın Divan’ı 1846 – 1847’de (H.1264) İstanbul’da taş baskı olarak Takvimhane-i Amire matbaasında basılmıştır. Ankara şiiri bu matbu Divan’ın 29. Sayfasında yer almaktadır. Divan’ın bilinen el yazma nüshaları; Ankara Milli Kütüphane ’de bir adet (1831/FB 291), İstanbul MilletKütüphanesi Ali Emiri Efendi Manzum eserler bölümünde iki adet (1837’de yazılan 403 nolu Divan’da 608 şiir, 1842’de yazılan 404 nolu Divan’da 524 şiir yer alır) ve İstanbul Üniversitesi kitaplığında bir adet (yazılma tarihi belli olmayan, 583 şiirin yer aldığı T3821 numara ile kayıtlı Divan) olmak üzere dört adettir.
Tamamen benim düşünceme göre, Müştak Baba’nın kaleminden çıkan orijinal yazma eserde bu şiirin ikinci beytinin ilk mısrasındaki “başından” sözcüğünün doğrusu “batnından” veya “batından” olmalıdır. Kanımca, sonraki el yazmalarda bu sözcükte bir nokta hatası ile te(t) olması gereken harf şin(ş) olarak yazılmıştır. Diğer nüshalarda ve taş baskıda bu hata tekrar edilmiştir. Müştak Baba’nın vefatından sonra el yazmaların yazıldığı (1837,1842) ve matbu basımın 1846 – 1847’de yapıldığı bu nedenle Müştak Baba’nın incelemesinin söz konusu olmadığı kesindir. Zira Müştak Baba gibi çok titiz ve aynı zamanda hattat olan bir şairin bu önemli “nokta”yı fark etmemesi mümkün değildi. Zaten dikkatli okuyucular nun(N) harfinin Yunus kelimesinin başında değil tam ortasında (batnında) olduğunu görmektedir. Bununla birlikte Divan’ın matbu ve el yazma nüshalarında yazılı olduğu gibi “başından” sözcüğünü transkripsiyonunda bir değişiklik yapmadan kullandım.
Üçüncü beytin açıklaması da şöyle:
Kaf suresinin anahtarı, en başında olan kaf’tır kaf(K)
Eklenmek ister buna Allah’ın elçisi Resul’ün R’si
Çok açık biçimde görüldüğü gibi bu beyitte ANKARA sözcüğünün K ve R harfleri de sırasıyla verilmiştir.
Burada Arapça alfabedeki “kaf” sesini veren harfle ilgili bir açıklamayı gerekli görüyorum. Bu harfin Türkçe alfabede tam bir karşılığı yoktur. Bu harf batı dillerindeki alfabelerde bulunan Q/q harfine yakın, boğazdan gelen kalın K sesini verir. Öyle ki, Ankara’nın eski kuşaklardan yerlileri ve Müştak Baba gibi aslen Bitlisli olanlar ve Azeriler ANKARA sözcüğünü yazıldığı gibi değil “Angara”, “Anqara”, “Enqere” biçiminde telaffuz ederler. Akrostiş nitelikli bu şiirde de belirtilen harfler bir araya getirildiğinde en doğru okunuşun “Enqere” olduğunu düşünüyorum.
Sıra dördüncü beyitte:
Hayy Hu(H) ile amaç sonunda belli olur
Velilerin en cömerti Hace’nin evi büyük bayram yeri olur
“Hayy” Allah’ın sıfatlarından biri, “Hu” ise Arapçada Allah’ı ifade etmek için kullanılan “O” zamiridir. Dervişlerin “Hu” diyerek selam vermelerinin gizemi de budur. Şiirde olduğu gibi bu iki sözcük birlikte kullanıldığında zikir amaçlı bir söz anlamını taşır. Diğer yandan, Allah adının yoğun biçimde kullanıldığı savaş, kalkışma, kargaşa gibi toplumu, insanlığı ilgilendiren önemli olayları, bu sırada ortaya çıkan gürültü patırtıyı da ifade etmek için kullanılır. “Hay hu”nun belirtilen iki anlamını da içerecek biçimde yorumlarsak; Müştak Baba şiirin bu dizelerinde, kutsal bir savaş olan milli mücadelenin sonunda kazanılacak zafere işaret etmekte ve Hacı Bayram Veli’nin evi olan Ankara’da bu nedenle bir bayram sevinci yaşanacağını müjdelemektedir.
Bir açıklamayı da Arapça alfabedeki “He” (H) harfinin önemli bir özelliğini belirtmek için yapalım. Bu harf bir sözcüğün sonunda yer aldığında e veya a sesini verir.
Anlamlarını açıkladığımız dört beyitte çok net olarak vurgulanan harfler (A-N-K-R-H) sırasıyla yan yana getirildiğinde ANKARA (Enqere, Angara) olarak okunmaktadır.
Dördüncü beyitte ikinci dizenin son sözcüğü olan “iyd-i ekber” (büyük bayram) için de bir açıklama uygun olacaktır:
Arefe günü Cuma olan kurban bayramları “iyd-i ekber” olarak nitelenir. Ayrıca geçmişte büyük şenliklerin bu sözcükle ifade edildiği de bilinmektedir.
İsmet Paşa ve 13 milletvekilinin imzaladığı kanun teklifinin TBMM’de kabul edilerek yeni Türkiye Devleti’nin başkentinin Ankara olduğu 13 Ekim 1923 tarihi Cumartesi gününe, arefesi ise Cuma gününe rast geldiği için Müştak Baba güzel bir metafor yaparak bayramı andıran bu önemli günü “iyd-i ekber” olarak kabul etmiş olamaz mı?
Müştak Baba’nın şiirde bu sözcüğü özellikle kullandığına kuşku yoktur. Yapılmış ve yapılabilecek diğer yorumlara göre, Müştak Baba böyle bir Kurban Bayramı arefesinde Hacı Bayram Veli’nin (1352 – 1429) türbesini ziyaret etmiş ve büyük bayram yaşamış gibi manevi bir haz duymuştur. Bu duygular içinde gelen ilhamla ve velilere özgü bir öngörü olan keşif ve kerametle bu ünlü şiirini yazmıştır.
1820’li yıllarda bir kasaba durumundaki Ankara’nın yüz yıl sonra İstanbul ile başa baş yani başkent olacağını söyleyebilmek için gerçekten de olağanüstü bir bilinç durumunda olmak gerekir. Tasavvufta bu tür öngörüler gönül gözü ile görmek anlamına gelen mükaşefe, keramet kavramlarıyla ve ancak “insan-ı kamil” mertebesindeki velilere, bilgelere özgü bilinç düzeyiyle açıklanabilir. Bazı televizyon programlarında, kitap, dergi, gazete yazılarında ve makalelerde ele alındığı gibi Nostradamus (1503 – 1566) ile benzerlik kurularak Müştak Baba’nın öngörülerini kehanet ile açıklamak kesinlikle doğru değildir. İslam’da “gaybı ancak Allah bilir” inancından dolayı ona “kâhin” yakıştırması yapmak bu nedenle de yanlıştır. Divan’ında yer alan birçok naat ve münacat onun nasıl bir Allah dostu olduğunu, yaşam biçimi ve Ehl-i Beyt’e ulaşan soyu göz önüne alındığında, “Şeyh’ül Mütehayyirin” olarak bilinen bu büyük bilge ve şairi tasavvuf düşüncesi bağlamında değerlendirmek ve anlamaya çalışmak gerekir.
Şimdi beşinci ve son beyite, şairin adının geçtiği taç beyite gelebiliriz:
Ey anlayışlı padişah, Sultan Hacı Bayram!
Manevi bir ikram ister bu aciz kul Müştak
İlk üç beyitte ve dördüncü beyitin ilk dizesinde ANKARA’nın harfleri sırasıyla verildikten sonra, ilk beyitte ebced hesabını kullanarak 1923’te (H. 1341) İstanbul ile başa baş olacağını müjdelediği yerin adete manevi sahibi olan büyük veliden (Hacı Bayram Veli) söz ediyor ve bu yerin büyük bir bayram yeri olacağını müjdeliyor. Son beyitte ise, bu müjdesinin karşılığı olarak Hacı Bayram Veli’den sufiyane biçimde manevi bir ikram istiyor. “Velilerin en cömerti” olarak nitelediği Hacı Bayram’ın Müştak Baba’ya o manevi ikramı en cömert biçimde yapmış olduğu kuşkusuzdur.
Sonuç
Mustafa Kemal Paşa ve Temsilciler Kurulu’nun gelişlerinde (27 Aralık 1919), TBMM’nin açılışında (23 Nisan 1920), askeri ve siyasi zaferlerle bütün dünyaya kabul ettirilen yeni Türkiye Devleti’nin başkentinin Ankara olduğu ilan edildiğinde (13 Ekim 1923) kentin nüfusu 25–30 bin dolaylarında ve kentsel işlevler bakımından da bir kasaba görünümündeydi.
Müştak Baba’nın ünlü şiirini yazdığı tarihlerde Ankara’nın daha da küçük bir kasaba olduğu kuşkusuzdur. Bu nedenle, Müştak Baba yalnızca bir şiir yazmamış; bilge kişilere, velilere özgü bir bilinç düzeyiyle Ankara’nın yüzyıl sonra Başkent olacağını Hacı Bayram Veli’nin manevi huzurunda tarihe not düşmüştür. El yazma eserlerin sınırlı sayıda okunduğu muhakkaktır. Ancak Müştak Baba’nın Divan’ı 1846-1847’de taş baskı ile çoğaltıldığında binlerce okuyucuya ulaştığı da bir gerçektir. Buna karşın Ankara şiirinin, derin ve sembolik anlamına uygun olarak ilk açıklaması eserin basılışından 80 yıl sonra TBMM I. Dönem Konya Mebusu Müfessir Mehmet Vehbi Efendi (1862-1949) tarafından 1927 yılında yapılmıştır. Bu konuda daha önce bir çalışma olup olmadığı ise bilinmemektedir.
Müştak Baba ile aynı soydan olan ve yarım yüzyılı aşkın bir süreden beri Ankara’da yaşayan bu satırların yazarı olarak, bu büyük şair ve mutasavvıfın Ankara için verdiği çok önemli müjdenin anısına ve şiirin ithaf edildiği Ankara’nın büyük bilgesi Hacı Bayram Veli’nin hatırına bir dilekte bulunmak istiyorum: Tam bir yıl sonra, Ankara’nın başkent oluşunun 100. Yıl dönümüne bir armağan olarak, 13 Ekim 2023’te açılmak üzere içinde bir kültür merkezi olan bir park yapılmasını öneriyorum. Müştak Baba’nın adını taşıyacak olan bu alanda ANKARA şiirinin orijinalini ve bugünkü kuşakların anlayabilmesi için açıklamasını geleceğe miras kalmak üzere bir kitabe biçiminde anıtlaştırmanın Ankara adına bir vefa borcu olduğunu düşünüyorum.
Bu vefa borcunu Ankara Valiliği’nin, Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin, Altındağ veya Çankaya Belediyesi’nin yerine getirebileceğini, Ankara Kulübü’nün de desteğini esirgemeyeceğini umuyorum.
Son söz olarak, başta Gazi Mustafa Kemal Paşa (ATATÜRK) olmak üzere Ankara’yı Türkiye Cumhuriyeti’nin ebedi başkenti yapanları ve Ankara’nın başkent olacağını 100 yıl öncesinden müjdeleyen Müştak Baba’yı, ona bu ilhamı veren Hacı Bayram Veli’yi şükranla, en derin saygılarımla anıyorum…
*Müştak Baba Kimdir?
1759 yılında Bitlis’te doğmuştur. Asıl adı Muhammed Mustafa’dır. Baba ve anne tarafından soyu Abdülkadir Geylani’ye dayanır. Henüz 10 yaşında iken babası İbrahim Efendi’yi kaybetmiş, annesi Güneş Hanım ve dedesi Hacı Süleyman Hoca tarafından yetiştirilmiştir. Bitlis’teki öğrenim hayatı, yarım bıraktığı medrese döneminden sonra dedesinin kardeşi Şems-i Bitlisi (Hacı Mahmut Hoca) ve Hacı Hasan Şirvani’nin gözetiminde gerçekleşmiştir. Daha sonra Bağdat’a giderek Nakib’ül Eşraf Şeyh Hasan’dan ders ve icazet almıştır. Birçok kez geldiği İstanbul’da uzun süre kalmış vezir ve sadrazamlarla dostluk kurmuş, Sultan II. Mahmud’un has nedimlerinden biri olmuştur. Şair, mutasavvıf, hattat, kurra, seyyah olarak tanınmıştır. Osmanlı mülkü dışında Hindistan ve Sri Lanka (Serendip Adası) ve “Frenk Diyarı”nı da gezmiştir. 1832 yılında Bitlis’e dönerken mola verdiği Muş’taki dergahında yanına ziyaret için gelen kötü niyetli kişiler tarafından boğularak öldürülmüştür. Türbesi Muş’tadır. Müştak Baba’nın renkli kişiliği ve yaşam öyküsü için internet ve YouTube üzerinden ayrıntılı bilgilere ulaşılabilir ve aşağıda belirtilen kaynaklardan yararlanılabilir.
Eserleri:
1 – Divan
2 – Asar (Asar-ı Müştak Esrar-ul Uşşak)
3- Naat-u Resuli’s Sakaleyn
Asar’da sözünü ettiği ancak bulunamayan eserleri
4 –Mektubat-ı Kimya-yı Müştak
5 – Mişkatü’l Müştak Mir’atü’l Uşşak
6 – Baharname (Farsça Divan)
Kaynaklar:
1 – Müştak Baba, Divan, 1846 – 1847 (H. 1264) – İstanbul
2 – Gündoğdu M. Kemal, Müştak Baba, 1997, MEB Yayınları – İstanbul
3 – Vassaf Hüseyin, Risale-i Müştakiyye, 2012, Yayına Haz, Sinan Doğan, Kırkambar Yayınları – İstanbul
4 – Özkul Mustafa, Divan-ı Müştak Baba, Hayatı ve Eserleri 1972, Erenler Matbaası – İstanbul
5 – Doğan Ahmet, Müştak Baba Hayatı ve Edebi Şahsiyeti, 1995, Akçağ Yayınları – Ankara
6 – Akot Bülent, Müştak-ı Bitlisi, Hayatı Eserleri ve Tasavvuf Anlayışı, 2011, İnsan Yayınları – İstanbul