Mesleğim, merakım ve şimdiye değin yaptığım görevler gereği birçok yerde dolaştım, birçok kent gördüm ve inceledim. Şimdi de kentin hemen her bölgesini dolaşıyor ve çeşitli gözlemler yapıyorum.

Bu gezilerim sırasında sık sık çocukluğumdaki annemi anımsıyorum. Annem, evde ayrıntılı temizlik yaptığı günlerde hep gergin olurdu. Çok yorulduğu için böyle olduğunu düşünürdüm. Aklım biraz erecek yaşa geldiğinde anladım bunun nedenini. Kadıncağız, yorulduğu için değil, yaptığı temizliğin ve harcadığı emeğin değeri bilinmediği için bu denli geriliyordu.

“Şu ev hiç değilse birkaç gün böyle kalsa ne olur” diye yakınırdı.

Öyle ya; onca emek harcanarak, neredeyse gün boyu süren bir çabayla baştan sona yenilenmişçesine temizlenen ev neden hiç değilse birkaç gün öyle kalmazdı ki? Ona göre nedeni çok açıktı: Bizler, yapılan işin değerini bilmiyorduk.

Sınırları evimiz kadar kesin çizgilerle belirlenmiş olmasa da oturduğumuz kent de evimiz gibi yaşama alanıdır. Bu nedenle ben, belediye çalışmalarını evde annemizin yaptığı işlerin kentteki karşılığı olarak görüyorum. Ankara’nın eski belediye başkanlarından merhum Vedat Dalokay da sanırım böyle düşünüyordu ki, “ben bu kentin anasıyım” derdi.

Evdeki temizliğin değerini bilmemekle kentte belediyece yapılmış düzenlemelerin değerini bilmemek arasında fark yoktur. Yeni temizlenmiş eve çamurlu ayakkabılarla dalan çocukla, insanların güven içinde, gönül rahatlığıyla kullanmaları amacıyla düzenlenmiş bir alana arabasıyla “dalan” kişinin eylemi arasında hiçbir fark olmadığını düşünüyorum. Üstelik birincisi çocuktur, düşünememiştir; emeğe, insana saygının ne olduğunu henüz öğrenmemiştir, yaptığı yanlış anlaşılabilir ama ya öteki? Ötekinin davranışı anlayışla karşılanabilir mi?

Gezinti için düzenlenen yaya yollarında motosikletle dolaşanlar; çimle kaplanmış, çiçeklerle bezenmiş yeşil alanda top koşturan, bir tek kramponları eksik futbol tutkunları; varacağı yere en yakın kaldırımları otopark olarak kullananlar; apartmanını yıkadığı deterjanlı suyu hemen önünden geçen yola boşaltmakta sakınca görmeyen apartman görevlileri ve onları uyarmayan yöneticiler; dükkanının önündeki kaldırımı işgal etme hakkı olduğunu sanan esnaf vs.vs. Bu insanlar hala çocukluklarını mı yaşıyorlar dersiniz?

Kent yaşamında bunların olabileceği düşünülerek hazırlanmış çeşitli yasal düzenlemeler ve yaptırımlar olduğunu biliriz. Ama bunlar ayrıksı olmaktan çıkmış, yaygınlaşmış; kentlinin gözünde olağanlaşmışsa, söz konusu düzenlemeler anlamını yitirmiş ve yapılabilecek çok şey kalmamış demektir.

Annemin dediği gibi “kentte yapılanlar hiç değilse birkaç yıl olduğu gibi korunabilseydi” demekten kendimi alamıyorum.

Bir de içimde şöyle bir umut taşıyorum: Yapılanlar birkaç yıl yapıldığı gibi korunabilse, belki de insanlarda alışkanlık yaratır ve güzellikler hep güzel olarak kalabilir.