Pazar akşamı oturdum, 20 Ekim Pazartesi sabahı özel işlerim nedeniyle Osmaniye, İskenderun tarafına yola çıkacağım ve birkaç gün Ankara’dan uzak kalacağım için, bu yazıyı kaleme almadan edemedim.
Terörle mücadelede göz göre göre hatalar yapılıyor, çözüm yerine çözümsüzlükler üretiliyor, “Terörsüz Türkiye” yerine daha da azmış terörle mücadele zorunda kalan bir Türkiye yaratılıyor.
Bir zamanlar Ak Parti iktidarı için, “Harun gibi geldiler, Karun gibi zengin oldular” diye en sert şekilde muhalefet ederken bir anda bu iktadara ortak olan ve o günlerden beri önemli görevlerde bulunan TBMM Başkanı eski HAS Parti Lideri Numan Kurtulmuş’un, yazılarak önüne konulmuş Kürtçe konuşmayı çat pat okuyarak, “Terörsüz Türkiye” sürecine destek sağlamaya kalkışmasını hayretle izliyoruz.
Yıllardır, “Milliyetçilik, Ülkücülük” söylemleri ile tanınan, PKK’ye ve her türlü terör örgüt ve eylemlerine meydan okuyan MHP lideri Devlet Bahçeli’nin, bir anda yüzseksen derecelik bir dönüş yaparak, “cibilliyetsiz, zürriyetsiz, ahlaksız?..” gibi ağır suçlamalarla yıllarca muhalefet ettiği Ak Parti iktidarının en yakın destekçisi olması, ardından bir yıl kadar önce “PKK lideri Abdullah Öcalan gelsin, TBMM’de DEM Parti grubunda konuşsun” önerisi, son olarak da, “Kurucu Önder Abdullah Öcalan” şeklindeki çıkışı, toplumda şaşkınlıklar yaratıyor.
Diyarbakır’da düzenlenen “Öcalan’a özgürlük” gösterilerinde surlara PKK lideri Öcalan’ın posterleri asılmak isteniyor, eylemcilerle polisle arasında çatışmalar yaşanıyor, iktidar sözcüleri, “Terörsüz Türkiye sürecine sabotaj yapılıyor” diyorlar. 2009’larda “Kürt açılımı, Alevi açılımı, Ermeni Açılımı, Roman açılımı” diyerek başlatılan sürecin nerelere evrildiğini, bugüne kadar kimlerin neler kazandığını, neler kaybettiğini, detaylarına girerek anlatacak değilim, ilgilenen aklı başında her insan, zaten sonuçlarını görüyorlar.
Aslında 2002’de iktidara gelen Ak Parti’nin lideri Erdoğan’ın Başbakan olur olmaz, “Türkiye’nin bir Kürt sorunu vardır, onu da biz çözeceğiz” şeklindeki çıkışı, terörle mücadelede bugün devam eden sürecin başlangıcı oldu. O tarihten bu yana süreçle ilgili atılan her adımda zaman zaman yazılar kaleme aldım ve düşüncelerimi belirttim; ne yazık ki itibar görmeyen uyarılarımın hep doğru çıktığını görmekten, derin üzüntüler yaşadım.
Terör örgütünün varlığını kabullenmek, hele de onu barış önerisi ile masaya davet etmek, asla çözüm üretemez, aksine sadece PKK örgütünün değil Türkiye üzerinde bir takım hedeflere ulaşmak isteyen tüm diğer terör örgütlerinin de umutlarını güçlendirir ve azdırır.
Terörizm, düzensiz silahlı grupların, düzenli devlet orduları ile savaşma yöntemidir. Büyük ve güçlü devletler, bu mücadeleyi asla masada kazanamazlar. Çözüm, terörün kaynağını net olarak belirlemek ve her türlü siyasal hesaptan uzak, çağdaş demokratik yöntemlerle bu kaynakları kurutmakla mümkün olabilir.
Çağdaş dünyamızda kendi dinlerini, mezheplerini, inançlarını, kültürlerini, dillerini, özgürlüklerini eşit şekilde yaşamak için mücadele eden toplumsal grupların varlığı inkar edilemez ve bu kesimler, demokratik yollarla isteklerine ulaşamadıklarında her zaman terörizme başvurma eğilimindedirler.
Nitekim, son günlerde MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin “Alevileri tanıma ve destekleme” çıkışı, çok önemli bir adımdı ama, bunun da çözümden daha çok siyasal hesaplarla yapıldığı, apaçık ortada duruyordu.
“Terörsüz Türkiye” için silah bırakmak yerine, siyasal hesaplarımızı bir kenara bırakmak ve süratle çağdaş toplumsal demokrasiye geçişin yolarını aramak zorundayız diye düşünüyorum.