Mediha Ünver ile yüz yüze ilk kez, 78’liler Girişimi Ankara sözcüsü, Ramazan Gezgin’in de desteğiyle Mediha Ünver’in düzenlemiş olduğu, dokuz hafta süren “Yaratıcı Yazarlık Atölyesi” etkinliğinde tanıştım.

Mediha Ünver ile yüz yüze ilk kez, 78’liler Girişimi Ankara sözcüsü, Ramazan Gezgin’in de desteğiyle Mediha Ünver’in düzenlemiş olduğu, dokuz hafta süren “Yaratıcı Yazarlık Atölyesi” etkinliğinde tanıştım.

Etkinlikte; yazım ve film okumaları ile ilgili çok değerli bilgiler edindik. Bu tür etkinliklerin edebiyat alanında kazandırdıklarının yanında, dostların, dostlukların da kazanılmasına öncülük ettiği kaçınılmaz bir gerçek. Çok değerli arkadaşlar tanıdım. Bunlardan bir tanesi de değerli yazar Mediha Ünver. Bir benim değil, kursiyer arkadaşların tamamında çok değerli izler bıraktığını düşüncesindeyim.

Mediha Ünver; Çiftçi bir ailenin altıncı çocuğu. İlköğretimini tamamladıktan sonra köyün ilk okuyan kızı olarak, ortaokulu Antakya’da ablasının yanında bitirdi. Ankara’daki lise eğitimi sonrası Gazi Eğitim Fakültesi Elektronik Bölümü’nden mezun olduktan sonra öğretmenlik yaptı.

Altı yıl önce senaryo yazımı ile başlayan yazın yolculuğu öykü ile devam etti. Öyküleri çeşitli dergilerde yayımlandı. Dijital ortamda yayın yapan Son Gemi Dergisi yazarları arasında yer aldı. Bilgi Yayınevi’nden çıkan ilk kitabı Kapısız Kilitler, Kültür Bakanlığı İlk Eser Desteğine layık görüldü. Basında geniş yer bulan Kapısız Kilitler, KTÜ Edebiyat Fakültesinde tez konusu oldu. İkinci dosyası şu an yayınevi aşamasında ve üçüncü dosyayı yarılamış durumda.

Mediha Ünver, “yazmak sıradan bir eylem değil benim için tutku” diyor ve “Okuma yazma bilmeyen annem yaşıyor olsaydı, “Gızım gözlerine yazıh değel mi, iğneyle guyu gazar gibi ne uğraşıyon öyle?” der, hayıflanırdı. Ben de ona bakarak, gülümser, sonra biri milli sporcu ve akademisyen, diğeri üniversite son sınıfta okuyan iki kız çocuğuma göz kırpar ve onun çapaya sarıldığı gibi ben de yeniden kaleme sarılırdım.”, Diye ekliyor.

Ünver’in öykülerinde bir ayrıcalık var beni içine çeken. Çoğu öykülerinde benim de yaşamımda yer eden önemli izler var.

Öykülerinde, ezilenlerden/zayıftan yana çok net bir duruşu var. Bunu siyasi bir dil kullanmadan söz yerindeyse, okuyucunun gözüne sokmadan ama okuyucuyu o mekânın içine çekerek, ete kemiğe büründürerek yaşatıyor.

Kitabın kapağına baktığınızda sıradan bir isim olmadığını, imgesel ve metaforik bir derinliğinin olduğunu ve okuyacağınız öykülerin niteliği hakkında ipuçlarını veriyor.

Ünver öykülerinde sadece ezilenlerden mi söz ediliyor, hayır. Aşktan, özlemden, umuttan, umutsuzluktan, doğadan, kadından, yaşamdan, ölümden…, yani doğaya ve insana dair her şeyden söz ediyor.

Yoksulluğun iliklerine kadar işlediği, umudun ve umutsuzluğun iç içe yaşandığı, aile içi baskılar nedeniyle acıların bile özgürce yaşanamadığı, gözyaşının içine akıtıldığı…

“Misket” isimli öyküden bir bölüm; “Hastaneymiş bura. Ne çok camı var. Bir, iki… on. Saymayı abim öğretti. Onun yaşına kadar, on’a kadar sayabiliyom.” Titreyerek havaya baktı. Yükselen güneşin feri, gözün pusunu silmeye bile yetmezdi. Kirden zor görünen pembe beyaz parmakları soğuktan morarmaya başlamıştı. Giderek huzursuzlansa da yerinden kıpırdamadı. “İçeri girip abimi şifalandırırken, bu sefer sarılıp, karnının ağrısı bana bana, bana… diyeceğim. Bi de cebimde sakladığım misketini vereceğim. Sarı misket. Güneş gibi olan. En sevdiği…”

Usulca başucuna yanaşıp, dibi terden sırılsıklam saçlarını kulak ardına atarken boyuna yutkunuyordu. Dudaklarını zar zor kıpırdatabildi. Gözleri öyle kilitlenmişti ki yatana, başını iki yana çeviremedi. Göğsünde düğümlenen nefesini son bir gayretle çözerek, “Karnının ağrısııı, dağlaraa taşlaraa…”

Misket yuvarlandı yere.

Sarı, parlak.”

Sorunlu bir aşkın, sevginin, birlikteliğin her ney ise çözümü için, kendini yalnızlığa vurması ve çözümün sakin kafayla düşündükten sonra o kapıyı kapatmak olduğuna karar vermesi. Anlaşılır, akıcı ve şiirsel müthiş bir metafor yumağı…

“Ferman” isimli öyküden; Düşüncelerinden soyunup iskarpelayı alarak son rötuşlarını yaptığı erkek heykeline öyle bir aşkla bakıyordu ki bakışlarının değdiği her yer adeta can buluyordu. Gözlerinde uzunca kaldığı heykelin yanağında işaret parmağını sevgiyle gezdirerek uzaklaştı.

Yine ağır, yine usul, narin adımlarla gezinirken cebinden bir ferman çıkardı. Kırık bir gülümseyişle, gözlerini heykelden ayırmaksızın, derin derin kokladığı fermanı özenle açtı. Okudu, okudu.

Titrek elleriyle mumu yakıp fermanı tutuşturdu. Yanışı mumda başlayıp tende biten fermanı bırakamadı. Yanık et kokusu karıştı bahar kokusuna.

Kendini biraz toparlayınca, heykele göz kırpıp, kum saatini elinin tersiyle devirerek bahçeye yöneldi kadın.

Önünde uzanmış duran ayrıkotunu ezerek gidip yarı açık duran bahçe kapısını kapadı.

Yalnız yaşayan bir kadının toplumda yeri! Her sınıfta, her inançta neredeyse hep aynı…

“Elmas” isimli öyküden; Öyle ki bu güzellik, dindarı cennetinden eder, dinsize tanrı yaratabilirdi. Hele de o gözler! O kömür gözler yok mu, bir kıvılcımıyla, ocaklar yakar, ocaklar batırırdı alimallah!!!

Evlerden, erlerden ırak tutulmalıydı.

Her sahipsiz şey gibi; değersiz, kimsenin olmayan, herkesin olan! Kadınlara ırak, erkeklere yakın. Kasıklarındaki aç canavarların, iştahını kabartan bereketli bir mera!”

Kadın mı? Erkem mi? “İnsan mı?” nedir acının, sevinin, sevginin rengi…

“Acını Rengi Ebruli” isimli öyküden;

Ya ben neyindim senin? Neyin? Belli ki yalnızca bir yaprak hışırtısıydım ormanında, bir kelebek uçuşu. Yağmur sonrasında nemli toprak kokusu, kovuğundan akan suyun sakin şırıltısı. Tüten ocağın, tencerende aşın, kolalı gömleğin, jilet pantolonun, mis kokulu çarşafların…

Ey eteğine sığınıp, sinesine yaslandığım. Yanardağım; tütenim, dumanım… bilmez miydin ufkum göğe meydan okuyan mağrur başındı… ötesi sensizlik, ötesi gurbet…”

Her birinde, Anadolu insanlarının yaşadığı on beş öykünün içinde binlerce yaşanmışlık, binlerce öykü bulmak mümkün. Okumaya başlarken zaman aralıklarıyla okumayı düşünmüştüm. Okumaya başladığımda kendimi alamadım, sözümü tutamadım ve bir çırpıda ayraçsız okudum. Çünkü; imge, metafor ve betimlemeler öylesine işlenmiş, Türkçe, yazım dili ve akıcılık ustalıkla kullanılmıştı ki, çoğu zaman dizeleri yan yana yazılmış şiir okuduğum duygusunu yaşadım.

Sevgili Mediha Ünver, yolun açık okuyanın çok olsun.