Şair, yazar, çevirmen ve tarih öğretmeni A. Kadir Paksoy’un yeni kitabı “Günlerin Terkisinde” tuttuğu güncelerden oluşuyor. (Doruk Yayınları Ocak 2025)
Günce ya da günlük ne demek? Bu konuda her zaman olduğu gibi sevgili öğretmenim Emin Özdemir’e başvuracağım.
“Günlük: Bir kimsenin günü gününe tuttuğu, üzerine tarih atıp, duygu ve düşüncelerini belirttiği yazı. İnsanoğlunun içini dökme, gördüklerini, yaşadıklarını anlatma, bir boşalma gereksinimi duyma durumundan kaynaklanır günlükler. Anılardan ayrımı şudur: Anılar yaşandıktan sonra yazılırken günlükler yaşarken yazılır. Bu yönden anılarda belleğin payı büyüktür. Günlükte ise yaşananlar sıcağı sıcağına anlatıldığı için, işin içine bellek pek fazla katılmaz. Yazarların anlatış ve bakış açılarına göre iki tür günlük vardır: İçe dönük günlükler, dışa dönük günlükler. İçe dönük günlükler yazarın kendi iç dünyasını, acılarını, dertlerini, sıkıntı ve kaygılarını, kısacası başkalarına hatta yakınlarına söyleyemediklerini yazar. Bunların yayımlanmayacağını bilir. Dışa dönük günlükler’de dış olaylar, bu olayların yazar üzerindeki izlenim ve etkileri anlatılır. Günlükler yazarların, ozanların, sanatçıların yaşamlarını, yaşadıkları dönemi aydınlatmada yardımcı kaynak görevini görürler.” (Edebiyat Sözlüğü s.172 Bilgi Yayınevi Ağustos 2014)
Edebiyatımızda günlük türü Tanzimat’tan sonra görülmeye başlamıştır. O dönemde Ali Bey, Nigâr Hanım, Ömer Seyfettin, Mustafa Kemal Atatürk, Nurullah Ataç, Salâh Birsel, Oktay Akbal, Tomris Uyar, Muzaffer Buyrukçu, Oğuz Atay bu türde ürün veren belli başlı yazarlardır. Bunların içinde en bilineni şüphesiz Nurullah Ataç’tır.
Dünya edebiyatında ise; Stendhal, Goncourt Kardeşler (Edmond ve Jules), Andre Gide Fransız edebiyatının; Pepys, Mansfield, Woolf İngiliz edebiyatının; Goethe, Hebbel, Kafka ise Alman edebiyatının ünlü günlük yazarlarıdır.
Günlük bağımsız bir yazı türü olmasına karşın, bir anlatım biçimi olarak da kullanılır. Özellikle romanlar, öyküler, gezi yazıları günlük biçiminde de yazılabilir. Bu dediğimiz anlatıyı günlük olarak düşünemeyiz. Çünkü günlük, genelde, birinci kişinin anlatımına dayanan, kısa yazılardır.
Gelelim Paksoy’un günlüklerine tekrar. Aziz Nesin’in “Mum Hala” kitapları için yazdığım yazıda, “Saklısız, gizlisiz bir insan” terimini kullanmıştım. Aynı terimi Paksoy için de kullanacağım. Kitabı okuduğunuzda 1989-2023 yılları arasındaki günlüklerinde karşımıza saklısız, gizlisiz bir Paksoy çıkıyor. Abartıya kaçmadan, yalın bir dille kendisini size anlatıyor sanki. “Günlerin Terkisinde” aynı zamanda yukarda belirttiğim tarihler arasında adeta bir Türkiye panaroması çiziyor. O günlerde yaşanan terör, deprem gibi önemli olayları günlüklerinde okuyor ve o günleri gözünüzün önüne getiriyorsunuz.
Zaman zaman o günlerde yazdığı kendi şiirlerini ya da ünlü yazarların yazdığı şiirleri, önemli deneme yazılarını ve güncel olayları bizlerle paylaşıyor. Doğaya, yaşanan olaylara duyarsız kalmayan Paksoy, bu duyarlılığını şiirleriyle bize ulaştırıyor. Tadımlık paylaşımlarla birkaç örnek vermek istiyorum.
“Bağdat Bombalanıyor” başlıklı şiirinin başlangıcında ; “Bağdat bombalanıyor / Esmer şiiri Mezopotamya’nın / Kırılıyor dizeleri bir bir / Taze sürgünler gibi hoyrat ellerde / Esin perileri umarsız / Melekler şaşkın.” (s.125)
Yakın arkadaşı, benim de, Ümit Sarıaslan’ın “Zor Zamanlar” şiirini paylaştıktan sonra, bu şiirin hiçbir dizesinin Sarıaslan’a ait olmadığını, Cemalettin Aykın’ın “Zor Zamanlar” romanından seçilmiş cümleler olduğunu belirtiyor. “Bir yanlışlığın farkına varmak gibi başlıyor / Her şey gelip geçerken / Ölüm acıları ve korkular içinde / Bütün ayrılıkların ve kavgaların paydos vakti / Bu dünya ne tuhaf değil mi teyze.” (s.133)
3 Eylül 2004 günlüğünde Rusya’nın Kuzey Osetya bölgesinde meydana gelen okul öğrencilerinin rehin alınmasına da duyarsız kalamaz Paksoy. “İşte, insanlığın bu büyük acılarını dizelere dökebilmekte şairlik. Yoksa, kendi küçük dünyamızı dillendirmekte değil.” (s.149)
Polonyalı şair Czeslaw Milosz’dan aldığı “Sunu” şiirininin bir yerinde Milosz, “Şiir nedir ki, ulusları ve insanları / kurtarmıyorsa eğer?” diye soruyor.
Son olarak “Barışın Kızı” diye seslendiği Dido Sotiriyu’nun ölümü için yazdığı şiirden bir bölüm alarak yazımı sonlandırıyorum. “Güle güle barışın kızı / Görüyorum şimdiden / Hades’te yetiştireceğin gül bahçelerini / Sana nasıl ‘öldü’ diyebilirim.” (s.156)
Günce okumayı severim, sizlerin de okuması dileğiyle.