EBRU APALAK

Emekli Tiyatrosu oyuncularının ilk kez 28 Mart 2025 tarihinde Emekli Tiyatrosu Festivali kapsamında sahnelediği “Fehim Paşa Konağı”, yalnızca bir dönem hikâyesi değil; bugünün de aynası. Tiyatroda insana odaklanmayı hedefleyen yönetmen Hüseyin Oçan, hem yönetmenlik tercihlerini hem de emeklilerle kurduğu bağı SONSÖZ’e anlattı.

- “Fehim Paşa Konağı” oyununu sahnelemeyi tercih etmemizin sebepleri nelerdi?

- Hüseyin Oçan: Aslında iki gerekçesi var: Biri benim adıma teknik bir gerekçe. Sayısal olarak gruplara uygunluk açısından bazı karşılıkları tutturmamız gerekiyordu. En başta Erdal Hoca (Beşikçioğlu) bu projeye başlarken kalabalık oyunlar tercih etmiş. Yönetmen olarak bana başka bir oyun düştü, seçilen oyunlardan sanırım dram türündeki tek oyun benimkiydi. Genel çizgiye uymadığı ve diğer oyunlarla uyumsuzluk yarattığı için komedi türünde bir oyun tercih etmek istedim. Orada başka bir oyunu daha tercih ettik. Onun telifini hâlledemedik. Bu oyunu çok seviyordum. Amatör günlerimden beri çok hâkim olduğum bir oyundu. “Fehim Paşa Konağı olur mu?” dedim, Turgut Özakman’ın mirasçılarıyla telif konusunda sorun yaşanmadığı için bu oyun oldu. “Rejisör olarak neden seçtin?” sorusunun karşılığı şu: İnsanlar konjonktür değişimini düşündüklerinde “Eskisi gitsin, yenisi gelsin.” diyorlar. Ama insanların yeninin eskiden iyi olup olmadığıyla ilgili bir fikri olmayabiliyor. Fehim Paşa Konağı'nın mesajı her zaman için şudur: İşin artık motifini siz koyun. Sağ-sol, sarı-kırmızı, siyah-beyaz neyse o farklılıklar değil. Eğer insanı gözetirsek insanın gözetildiği yerde herhangi bir sorun çıkmaz. Oyunun “Olay, meşrutiyet ya da istibdat değil. İnsanı unutuyoruz.” gibi bir söylemi var. Dünyaya ve hayata bu söyleme yakın bir yerden bakıyorum O yüzden bu oyunu seçtim.

- Oyun, dönemin atmosferini ve karakterlerin psikolojisini yansıtmak açısından nasıl bir hazırlık süreci gerektirdi?

- Hüseyin Oçan: Orada casting durumu devreye giriyor. Karakterlerin role uygunluğu, o söylediğiniz süreci aslında çok aza indirgiyor. Grup, cast olarak Fehim Paşa Konağı’na uygun bir gruptu. “Bu adamı şöyle düşünün, bu insanın şöyle bir psikolojik altyapısı var.” gibi çalışmalara hiç vakit harcamadım. Çünkü rolü verdiğim kişiler üç aşağı beş yukarı kendi hayatlarında da o kişinin günümüzdeki bir versiyonu gibi yaşıyorlardı. Esasında çok katmanlı bir çalışmamız olmadı. Cast çok iyi seçilince -ki bunu başka insanlar da söylediği için bu kadar rahat söylüyorum- o uygunluğa, role bürünmeye çok fazla vakit harcamadık.

- Oyuna ne kadar sürede hazırlandınız?

- Hüseyin Oçan: Sezonu başlattığımızda Eylül ayında o sırada genel sanat yönetmenimiz Çetin Azer Aras, Emekli Tiyatrosu’nun seçmelerini yapıyordu. Ondan hemen sonra eğitimler başladı. O eğitimlerden sonra da Aralık gibi oyunu çalışmaya başladık. Aralık'tan 27 Mart haftasına kadar çalıştık. Yaklaşık üç ayda bu oyunlar çıkmış oldu. Hepsi yaklaşık altı aylık bir süreç.

- Bir yönetmen olarak sahne tasarımı, ışık ve müzik gibi unsurları nasıl birleştirdiniz?

- Hüseyin Oçan: Projenin kendi içinde tiyatronun bu unsurlarından farklı bir yerde durduğuna inanıyorum. Burada insanların ifade becerileri, tiyatronun diğer unsurlarından (kostüm, dekor, ışık, müzik)onlardan çok daha önemliydi benim nazarımda. Bu unsurların hiçbirini düşünmedim. Sadece çok elzem yerlerde dokunuşlar yaptım. Hedeflediğim şey tiyatronun olmazsa olmaz unsuru oyuncuydu, oyuncuları yetiştirmeyi ve sahne üzerindeki devinimlerini düzeltmeye çalıştım çoğunlukla. Onun dışında Özakman'ın işaret ettiği “Buraya ışık, buraya müzik gelir.” gibi hissettiğim, ondan aldığım izlenimden başka herhangi bir şey yapmadım. Ama bunu yapan bazı oyunlarımız oldu. Emekli Tiyatrosu’nda diğer örneklerde bu teknik ve diğer kısımları geniş kullanan arkadaşlarımız oldu. Organizasyonun yeni kurulmasından dolayı bu tarz olaylar genellikle elinize ayağınıza dolaşır. Teknik imkânsızlıklarla çok da yüzleşmemek için sadece oyuncularla ilgilendim.

Türkiye'den Irak'a Tarihi İade!
Türkiye'den Irak'a Tarihi İade!
İçeriği Görüntüle

- Oyunun tarihsel yapısıyla bugünün toplumsal dinamikleri arasında bir köprü kurduğunuzu düşünüyor musunuz? Seyircinin bu anlamda nasıl bir bağ kurmasını hedeflediniz?

- Hüseyin Oçan: Tabii ki. Özakman'ın bu tarz tarihi oyunlarında-“Resimli Osmanlı Tarihi” de öyledir- bugünü karşılar. Bu oyunun bugüne çok fazlası denk düşen yanları var. Fehim Paşa, o dönemki baskıcı yönetimin bir neferi. O baskıcı rejiminen afişe isimlerinden biri. Bizde de oldu. Bazı içişleri bakanlarımız onunki gibi durumlarla anılır. Bu insanların bazı fedaileri var. Sokaktaki, tabandaki durumları kontrol altına alabilmek için bakanlarımız ya da bazı devlet erkanına mensup insanlarımızın çetelerle ya da mafyatik bağlantılarla isimleri anılıyor. Böyle bir paralellik var. Oyunun özelinde baskıcı rejime dair bir anlatı var; geneline baktığımızda da bu tema işleniyor. O baskıcı rejimin karşısında da bazı hürriyet aşığı insanlar var. O dönem öyleymiş, şimdi de var. “Bu oyunu bugünden okuyoruz”u belli etmek adına o dönem böyle bir trend vardı, hâlâ küçük çapta da olsa uygulanıyor. O dönemde bazı firmaları boykot etmeye yönelik girişimler oldu, etkisi ilk zamanki kadar güçlü olmasa da. Tam bizim oyunun prömiyerini yaptığımız dönemdi. Bazı karakterlerimizi orada “Boykot” diye bağırttık. Öyle güncellemelerimiz oldu. Oyun yeterince güncel zaten. Özakman bugünü yeterince yakalıyor. Ayrıca bir şey yapmamıza gerek kalmıyordu. Ama bir ters köşeye yatma durumu da oldu. Orada mesela “Yaşasın Hürriyet” diye bağırıyoruz. Prömiyerde oyun boyunca “hürriyet” kelimesi geçtikçe alkış başladı. Hürriyetçiler gelince onlarında astığı astık, kestiği kestik insanlar olduğu ortaya çıktı. Demek ki devlet idaresinde bazı şeyler gerçekten olmazsa olmaz pozisyonda. Bu, maalesef yıkılamıyor. Konjonktür değişse bile yani sarı parti gitti, kırmızı parti geldi. Emin olun onun da bir vurucu timi var. Aslolan burada insan. İnsanı göz ardı etmemek gerekiyor. “Bir kanat daha insancılda diğeri daha az insancıl.” noktasından yaklaşmayalım. Dahalık bir durum yok. Olay sadece “Bir baskı rejiminden insanı akıllara tekrar nasıl getirebiliriz, insanı o baskı rejiminden denklemin dışına çıkmaktan nasıl kurtarabiliriz? ”Öyle bakmak lazım. Prömiyer günü her “Hürriyet” lafına bir alkış geldi. SonraDeli Suat Paşa'yı tanıttık. Adam silah atıyor, onu yapıyor, bunu yapıyor. Bizde de bazı“ Hürriyet” aşığı, mimlenmiş isimler var. Geçmişine bakıyorsun aslında aşiret lideri. Günümüzde de “Beni sen mi savunacaksın?” noktasında çok güven vermiyor. Yeter ki insanı hatırlayalım. Bir sanatçı olarak orasından bakıyorum sağından, solundan, kırmızısından, sarısından, mavisinden bakmıyorum.

- Böyle bir oyunu Emekli Tiyatrosu oyuncularıyla sahnelemek için nasıl bir deneyimdi? Emeklilerle çalışmak size neler kattı?

- Hüseyin Oçan: Çok şey kattı ama biraz avantajlıydım diğer yönetmen arkadaşlarıma göre. Çünkü yaş grubu olarak yetişkin sayılabilecek gruplarla çok çalıştım. Konservatuvarda araştırma görevlisi olarak çalıştığım dönem -5 yıl- daha genç gruplarla eğitmen olarak çalıştım. Halk eğitim merkezlerinde uygulamalı tiyatro dersleri vermiştim. Daha küçük yaş gruplarıyla da büyük yaş gruplarıyla da çalıştım. O yönden eğitim pratiğim vardı ama buradaki yapı biraz daha farklı. Orada Erdal Hoca'nın söylediği şeye kulak verdim, işin o boyutuna daha fazla eğildim. Erdal Başkan, Kent Fest’te-“Meselemiz Ankara” diye bir söyleşi zinciri yapmışlardı-kendi söyleşisinin olduğu gün bu projeden bahsederken emeklilerdeki ataleti topluma kazandırma durumunun sürekli olarak altını çizdi. İşe orasından baktım. Rol dağılımında adaletli davranmaya çalıştım. Onların söylemlerini ön plana çıkarmaya çalıştım. Onların kendilerini ifade edebilmelerine daha çok özen gösterdim. Benim için aslolan ürün değildi. Oyun o kadar da umurumda değildi. Önemli olan onların kendilerini ifade edebilmesiydi. Onlarla stratejilerimi biraz açık ederek ilerledim.“ Profesyonel oyunculara böyle bir eğitim veriyoruz, ancak size farklı bir yöntemle yaklaşacağım.” dedim. İki tarafı da anlatmaya çalıştım. “Bu kadarını yapın yeterli, yapabilen şunu yapsın.” diye yaklaştım. Herkes kendi limitlerini ve çeperini çok ileri taşıdı. İlk baştaki hâlleriyle şimdiki hâlleri arasında dağlar kadar fark var. Bana çok şey kattı. Onlar da bayağı emek vererek projeyi bir yerden bir yere getirdiler. Proje şu an yakışıklı duruyorsa yönetmenlerden değil emekli katılımcılarımızın sayesinde oldu bu. Gerçekten çok emek verdiler.

- Emekli Tiyatrosu, tiyatronun kamusallaşması ve daha geniş kitlelere ulaşması açısından kültür hakkının yaşama geçirilmesine nasıl katkı sağlıyor?

- Hüseyin Oçan: Başkanın bunu yapmasındaki amaç bu. Belli başlı “Tabanı elimizde tutalım.” gibi bir durumdan dolayı yapmamış. Emekli nüfus yoğunluğundan dolayı “Burada böyle bir şey yapalım.” gibi bir stratejiyle yaklaşılmamış. O, bir tiyatrocu ve bir sanatçı olarak kamusal tiyatronun neredeyse bu ölçüde bir amatörlük ve samimiyetle yapılması gerektiğine inanıyor. Bu işbu hâle geldi ve iyi ürünler çıktı.

- Eklemek istediğiniz bir şey var mı?

- Hüseyin Oçan: İlginize teşekkür ediyorum. Takip ediyorsunuz. Hiçbir yerde haberimiz çıkmamıştı çünkü prömiyer bayram tatiline denk gelmişti. Sonsöz’de hem fotoğrafımızı gördük hem o an söylediğim şeyleri yazmışsın. Sana apayrı teşekkür ederim. Sonsöz’e de çok teşekkür ediyorum.

HÜSEYİN OÇAN KİMDİR?

Konya'da 1987’de dünyaya geldi. Lisans eğitimini Selçuk Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Tiyatro Bölümü'nde, yüksek lisans eğitimini ise bir süre akademisyen olarak çalıştığı Hacettepe Üniversitesi Ankara Devlet Konservatuvarı Tiyatro Ana Sanat Dalı’nda tamamladı. Buradaki görevinden 2018’de ayrıldı. 2012’den itibaren Ankara'daki özel tiyatro topluluklarında çalışmalarını sürdürdü. Birçok dizi ve kısa filmde rol aldı. Özel ve kamu platformlarında oyunculuk dersleri veriyor. 2024’te Etimesgut Kent Tiyatrosu sınavlarını kazanarak, kurucu oyuncu kadrosunda yer aldı. Doktorasına devam ediyor.

Muhabir: Uğurcan Bayrakdar