Siyasetin dili, diğer ülkelerde de, Türkiye’deki gibiyse Dünyanın işi çok zor. Yazılarımı okuyanlar ve inceleyenler bilir,...
Siyasetin dili, diğer ülkelerde de, Türkiye’deki gibiyse Dünyanın işi çok zor. Yazılarımı okuyanlar ve inceleyenler bilir, insana, hayvana ve çevreye, doğaya yönelik insan şiddetinin mutlaka biteceğine ilişkin umudumu koruyorum.
Elbette benim görmem olanaksız. Hatta bu gidişle belki binlerce yıl görülemeyecek şiddetsiz toplumlar, ülkeler, Dünya ve belki de evren. Milyonlarca, milyarlarca yıl sürecekse, insanın vahşet düzeyine varan şiddeti, öteki dünyada cennet umudunu taşıyanlar için, bu kadar uzun şiddet, dünyada, yerin üstünde cehennemi yaşamak demek.
Yerin üstündeki cehennem demek, daha doğmamış çocukların kanlarının, daha çocuk doğurmamış annelerin gözyaşlarının dökülmesi demek.
Birkaç saniye düşünün. İnsanın vahşeti sürecekse, çok uzun yıllar süreceğe benziyor, yüzlerce, binlerce, milyonlarca, milyarlarca yıl sonra doğacak çocukların öldürüleceğini, kanlarının döküleceğini, annelerin de ağlayacağını, ah çekerek dizlerini döveceklerini, göğüslerini yumruklayacaklarını şimdiden öngörebiliriz. O yıllarda olabilecek ölümcül şiddet çeşitlerini öngören bugünkü kuşakların bedenlerinden hiçbir iz bile kalmayabilir bu dünyada.
Ne acı değil mi, biz toprağa, suya, havaya karışmışız, üstümüzde ise bizden sonrakiler öldürülüyor, öldürüyor, belki senin devamın, belki benim devamım, belki senin torunlarının torunu, belki benim torunlarımın torunu.
Sanırım, biz bir şey hissetmeyeceğiz, çünkü, inancıma göre, bizleri yaratan ve sonsuz diye tanımladığımız güç bu kadar acımasız olamaz. Hiç olamaz. Yukarıdaki kan ve gözyaşı döken olaylardan, vahşetlerden haberin olsun, ancak elinden bir şey gelmesin. Olacak şey değil.
İşte, bugün ülkemizin farklı yörelerinde açılışlar yapan, alınan kararları halkla paylaşan, mitingler, parti etkinlikleri veya basın toplantıları düzenleyen birkaç siyasetçinin, karşıtları için kullandıkları kelimeleri duydukça, gördükçe hem bugün, hem de yarınlar için yüreğim acıyor. Kalp krizi acaba, daha çok böyle korkuların baskısı ile mi geliyor?
İki gazeteci arkadaşım, biri Ali Öcal, Ankara’da Tunalı Hilmi Caddesinde yürürken, biri Neşet Özmen, evinin kapısında ayakkabısını giyerken kalp krizi geçirerek aramızdan ayrıldılar. Acaba, Ali Öcal ve Neş’et Özmen, yüreklerinin taşıyamayacağı bir konuyu mu düşünüyorlardı o anlarda. Belki de, yaşantıları boyunca taşımak zorunda kaldıkları, büyük bir olasılıkla başka insanların neden olduğu ağır sorunların, haksızlıkların, korkuların baskısıdır yüreklerini durduran.
Türkiye’nin ey bazı siyasetçileri, gördüğünüzde kalabalıkları karşınızda, yüzünüze yapay bir gülümseme geliyor, bulunduğunuz makamlara yakışanı değil, hiç yakışmayanı yapıyorsunuz. Karşıtlarınıza hakaretler, tehditler, savuruyorsunuz. Oysa, sizler, içinde şiddet olmayan, hiç şiddet yapmayan her kesimin insanısınız, bakanısınız, parti genel başkanısınız, parti sözcüsüsünüz.
Sizler, başka bir partinin genel başkanını, sözcüsünü tehditler, hakaretler ve iftiralarla hedef alırken aslında o partinin tüm üyelerini ve taraftarlarını üzüyorsunuz, yaralıyorsunuz, öfkelendiriyorsunuz. Sizler kürsülerde konuşurken, meydanlardaki kalabalıkların içinde saldırdığınız partilerden de insanlar olabilir.
Neden, kendi üyelerinizin ve taraftarlarınızın yüreklerine kin ve düşmanlık tohumları da ekmeye çalışıyorsunuz. Belki de ekiyorsunuz? Kin ve düşmanlık tohumları kökleştikçe, büyüdükçe, sevgi ve dostluk dolu bir ülke cehenneme döner, dönebilir. Alevlerden herkesin payına mutlaka düşer. Sizlere de düşer. Bir de, Türkiye’nin karşıtlarının ekmeğine yağ, bal sürersiniz.
Konuştuğunuz kelimeleri kulaklarınız duyuyor mu, yazdıklarınız kelimeleri gözleriniz gerçekten görüyor mu, yürekleriniz bunları kabullenebiliyor mu? Yoksa, alkış sesleri, kulaklarınızı tıkıyor, binlerce insanın görüntüsü, havaya kalkan eller ve sallanan pankartlar gözlerinizi perdeliyor mu, yürekleriniz, kulaklarınız, gözleriniz birbirlerinden uzaklaşıyor mu?
Bir gün gelecek sizler de yerin altında olacaksınız, bir gün gelecek bir avuç kemik kalacaksınız. Gömütünüze gelenler, bir sonrakinde azalmaya başlayacak. Anıt dikilse, bu kez anıt başlayacak yalnızlığı yaşamaya. Sizlerin ektiğiniz nefret tohumlarını yüreklerinde canlı tutmaya çalışanlar da tükenecek, sayıları gide gide azalacak, sonra gerçek anlamda özlem duygusu taşımayan yapaylıklar ve samimiyetten yoksun medya haberleri ile anılarınızın canlı tutulmasına çalışılacak.
Ey siyasetin yataylıklarında veya dikeyliklerinde yaşayanlar, şimdiden görün derim, o yataylıklar da, o dikeylikler de geçicidir. Hele o dikeylikler yok mu, bilinki hızlı bir geçici makamlardır. Tarihin en ünlülerinin bugünkü yerlerine bakar mısınız? Hepsi toprak altında. Kimisinin anıtı bile var. Kaç tanesinin anıtı, önemli günlerde binlerce insan tarafından ziyaret edilir, çiçeklerle renklendirilir? Kaç tanesinin adına şarkılar, türküler, marşlar bestelenir, kaç tanesinin besteleri on binler tarafından birlikte seslendirilir, fotoğrafları taşınır.
Önemli olan cumhuriyet, demokrasi, adalet, sevgi, saygı, hoşgörü, dostluk ve barış için ülkeye ve dünyaya değerler bırakarak o toprağın, o anıtın altında yatabilmektir.
Ancak, o toprağın altında anlatmaya çalıştığım şekilde yatabilmek için, o toprağın üstünde, suyunda, havasında, Meclisinde, meydanında, dilinizden nefret, hakaret, tehdit, yalan, iftira ve ötekileştirici sesler çıkmamalı, farklılıkları doğal zenginlik ve herkesi aileden saymalısınız.
Fırsat kaçmış, zaman tükenmiş değil. Önümüzde aylar içinde Türkiye yeniden seçim süreci yaşayacak. Yaşamın maçı 90 dakika değil. İnsanlar yaşadıkça maç devam eder. Sporcular, hakemler, izleyiciler, görevliler ve maçları yayınlayan medya organlarının uzmanları değişir, yaşantının doğal kuralına uygun ve süreye bağlı olarak, ancak maç devam eder.
Dilerim, takımlar ve sizler, demokrasi içinde, şiddetten uzak, ömrünüze uygun olarak bir süre daha değişmezsiniz. Daha uzun yıllar sağlıklı yaşarsınız. Sporcular ve takımlar olarak, erdemlice maçı sürdürürsünüz, maçı yarıda bıraktırmazsınız, sarı ve kırmızı kartlar görmezsiniz.
Haydi sporcular, daha açık bir seslenme ile haydi siyasetçiler…Diliniz sevgi, şefkat, saygı, hoşgörü, dostluk ve barış için ses versin, kollarınız herkesi kucaklamak için açılsın, kulaklarınız doğal farklılıklardan oluşan halkın sesini duysun, gözleriniz, doğal farklılıklardan oluşan halkın tümünü görsün.
Erdemli sporcular gibi olun lütfen, haydi sevgili siyasetçiler.