Geçtiğimiz günlerde karşıma, satır satır içime işleyen bir mektup çıktı. Küçük bir defterin kareli sayfasına yeşil kalemle yazılmış, kocaman bir vicdanın mektubuydu bu. Gönderense sadece 9 yaşında bir çocuk Lila.

Lila annesinin her gün dinlediği bir gazeteciyi kulak misafiri olarak tanımış. Gün gelmiş onun tutuklandığını öğrenmiş ve küçük kalbiyle buna bir anlam verememiş olacak ki oturmuş şöyle yazmış; ‘Bence sen çok iyi bir gazetecisin. Senin tutuklandığını duyduğumda çok üzüldüm. Büyük bir haksızlığın bir süre sonra biteceğine inanıyorum’.

Bir çocuk, adaletin sesini işte böyle duyuruyor dünyaya. Açık, yalın, katıksız. Ne politik kaygısı var ne de sosyal medya stratejisi. Ne yazıyorsa, gerçekten öyle hissettiği için yazıyor.

Mektup sadece bir destek cümlesiyle sınırlı değil. Lila, kendince çözüm önerileri de sunuyor;

‘Ben sıkıldığımda resim çiziyorum, şiir yazıyorum. Sen de istersen bunları yapabilirsin’

Koskoca dünyayı dar bir hücreye sığdırmaya çalışanlara karşı 9 yaşında ki bir çocuğun önerisi bu, resim çiz, şiir yaz, sabret..

Ve sonra geliyor o unutulmaz cümle:

‘Kuşlar bile seni seviyor. İnsanlar da bir şans verse seni severler’.

Kim bilir, belki de bu ülkede herkes birbirine sadece bir ’şans’ verse çok şey değişir ama önce bir çocuğun kalbini dinlemeyi öğrenmemiz gerek.

Yetişkinler olarak biz bazen susarız, görmezden geliriz, başımızı çeviririz ama çocuklar öyle değil. Onlar duyar, görür, hisseder ve ifade eder.

Lila’nın mektubu sadece bir çocuğun iç dokunuşu değil, aynı zaman da bizim toplum olarak nereye savrulduğumuzun da bir göstergesi.

Belki de biz yetişkinlerin kaybettiği o sezgiyi çocuklar hala yaşıyor.

Bu yazıyı Lila’ya teşekkür etmek için yazıyorum

Ve belki de hatırlatmak için;

Bir çocuk bile farkındaysa, biz neden hala sessisiz?

5524C558 97E5 4D96 8731 4442160Bf379