Geçen gün bir zamanlar Ankara’nın, sanatın, siyasetin kalbi, Cumhuriyetin ve başkent olmanın gururunun yaşandığı Ulus’a uğradım....

Geçen gün bir zamanlar Ankara’nın, sanatın, siyasetin kalbi, Cumhuriyetin ve başkent olmanın gururunun yaşandığı Ulus’a uğradım. Anafartalar Caddesi üzerinde bulunan Anafartalar çarşısını gezdim sonra kaleye doğru yürüdüm. Karşıdan Altındağ mahallesine baktım. Geçmişe, çocukluğuma döndüm bir anda.

Eniştem askere gidince ablam yeni doğan yeğenimle yalnız kaldı. Ben ortaokulda okuyorum. Bu yüzden ablamın yanında kalmaya başladım. Ankara’nın en eski mahallelerinden biri olan Altındağ mahallesinde büyük bahçesinde bir oda, iki oda, üç odalı handan bozma hem evlilerin hem de bekârlarında kaldığı evlerden birinde biz de kiralık evde yaşamaya başladık. Bahçenin tam ortasında bir kuyusu vardı. Çok şirin insanların iç içe yaşadığı saygı sevgi yardımlaşmanın en güzel örnekleri bu evlerde yaşanıyordu. Hele sevimlimi sevimli çoban köpeği Tosun inanılmaz bir şeydi. İlk önceleri çok korkuyordum Tosun’dan, sonra ben ona o bana alıştı. Sarılıp boğuşuyordum. Tam yeneceğim zaman yüzümü yalıyor, ben gıdıklandığım için gülmekten pes ediyordum. Sanki o da bana gülüyordu.

Bu güzel evlerde oturanlardan birinin başı mı sıkıştı, hemen bir araya toplanılır sorun çarçabuk halledilirdi. Evlerin sahibi Erzurumlu Tahsin amcaydı. Çok kalabalık bir ailesi vardı. Tahsin amca takım elbisesiz gezmezdi. Elinde kocaman bir kehribar tesbihi vardı. Gülünce ağzının içi güneş gibi sapsarı parlıyordu. Birkaç dişi görebildiğim kadar altındandı. Kendisi Ankara sular idaresinde çalışıyordu ama orada ne iş yapıyordu bilmiyorum. Kocaman evin önündeki bahçede zaman zaman tüm kiracılarını toplayıp mangal yapar, büyük oğlu elinde cümbüş sazı ile şarkılar türküler söylemeye başlardı, en çok da ”Neden saçların beyazlamış arkadaş” şarkısını söylerdi. Bu şarkının her sözünü ezberlemiştim.

Bir zamanlar Adalet Partisi başkanı Süleyman Demirel ile ilgili anılarından bahsederdi. Demirel kendisini Ankara sular idaresi müdürlüğünde işe almış çok yardımcı olmuş. Süleyman Demirel’i öve öve bitirmezdi. “Âmâ seçimlerde hep CHP ye oy veririm. Niye derseniz çünkü o partiyi Mustafa Kemal Atatürk kurmuş. Atamın yolundan ayrılmam” derdi. Çok güzel bir aile ortamındaydık.

Ablama, yeğenime sağ olsunlar bize her an göz kulak oluyorlardı.

Yeğenim her geçen gün büyüyordu. Ablam ev işleri ile uğraşırken yeğenim Bülent’i alıp dışarda bahçede oyalıyordum. Çocuk bakmak çok zordu. Bülent yeni yeni yürümeye başladığı için sürekli peşinden koşuyorum. Laftan sözden de anlamıyor. Biraz şımarık mı ne? “Yok çişim geldi, yok karnım acıktı, yok susadım. Sürekli peşinden koşturup duruyorum. Büyüdükçe sorumluluğu artıyor

Bir ara kendi kendine oynasın diye yalnız bıraktım nereden ne zaman bulmuş, ayakkabı, terlik, taş, eline ne geçirdiyse her şeyi bahçenin ortasındaki kuyunun içine atıyor. Hemen koştum yanına ama birkaç parçayı kuyunun içine çoktan atmıştı. Yapacak bir şey kalmadı ne yapayım yetişemedim. Bülent’i alıp kaldığımız evin önüne getirdim. Tosun köpek bir yandan ağzında kemik onunla oyalanıyor bir yandan da yan gözle her hareketimizi izliyor.

Yeğenim Bülent şımarık işte. Yerinde bir saniye durmak bilmiyor. Yine dikkatsizliğime geldi artık yorulmuştur yerinde oturur diye düşünürken bir anda Tosun köpeğin yanında gördüm Bülent’i. Köpeğin ağzından kemiği almaya çalışıyor. Allahtan köpekler küçük çocuklar ne yaparsa yapsın dokunmuyorlar. Bir iki kez hırladı bu yeğenim bu sesi duyunca yanından ayrıldı. Tosun da kemiği ile baş başa kaldı.

Ablama eniştemin askerden gönderdiği para çeki gelmişti. Ablamla bankaya gidip parayı çekeceğiz. Bülent ’i de yanımıza aldık. Altındağ’dan dolmuşla Ulus’a geldik. Önce bankadan parayı aldık. Ablam bize önce Akman pastanesinde sosisli sandviç ısmarladı. Yıllar geçse de o tat hep aklımda. (Gelişen ve değişen her şey gibi Akman pastanesinde zamana yenik düşüp yıllar sonra kapandı.) Pastaneden çıkıp Ulusta Atatürk heykelinin yanında “Miş Miş” dondurmacısından sade ve çikolatalı dondurma aldık. (Maalesef şimdi o dondurmacıda giysi satan bir dükkân oldu. Dondurmamızı da afiyetle yedik. Artık karnımız doymuş dondurmamızı yemiştik. Sıra Anafartalar çarşısını gezmeye gelmişti. Bu çarşı Ankara’nın şimdiki adıyla ilk (AVM)Alışveriş çarşısıydı. Çarşıdan içeri girdik duvarlarda rengârenk seramik tablolar. Nasıl da güzel duruyorlar. Bu güzel eserlerin isimleri giriş kapısının yanında belirtilmiş.

İç duvarları, kolonları ve merdiven boşlukları Füreya Koral, Saniye Fenmen, Attila Galatlı, Arif Kaptan, Cevdet Altuğ ve Nuri İyem’in seramik panoları, rölyefleri ve resimleriyle doludur. Bu eserlerin bazıları Çağdaş Türk Plastik Sanatlarının ilkleri olarak kabul edilir.

1960 ve 1970 yılların modern eserleri. Saniye Fenmen’in (8), Cevdet Altuğ’un(9), Arif Galatalının (2), Füreya Koral’ın (9) Arif Kaptan’ın, Nuri İyem ve Adnan Turani’nin eserleri çarşının duvarlarında hayat bulmuş.

Karşımızda hareket eden merdivenleri gördüm, ablama; “Abla bu merdivenler hareket edip yukarı doğru gidiyorlar üst kata nasıl çıkacağız”

Ablam; “Beni takip et göstereyim. Ayağını merdivene at, ama ne ucuna ne arkasına tam ortasına bas. O seni yukarı götürür. Hani çizgi oynuyorsunuz yanmamak için ayağınızı tam çizgini ortasına basıyorsun aynen öyle yapacaksın.”

Tüm dikkatimi topladım ablamı izliyorum. Denize girerken soğuk mu sıcak mı diye ayağınla suyu kontrol edersiniz ya, aynen önce sağ ayağımı uzattım hemen geri çektim. Nefesimi tutum. Bu arada ablam ve Bülent merdivenlerden yükselerek benden uzaklaştılar. Terk edilmiş hissine kapıldım. Ben hala ayağımı merdivene bile değdiremedim. Arkamda birkaç kişi birikti. O arada telaş, heyecan ile kendimi merdiven basamaklarından yükselirken gördüm. Her şey arkamda ben yükseldikçe küçüldü küçüldü. Duvarlardaki seramik tablolar yavaş yavaş yok olmaya insanlar küçülmeye başladı. Bir üst kata gelmiştim Ablam ve yeğenim Bülent bana bakıyorlar. Bir anda merdivenler beni beton zemin üzerine attı. Yalpalayarak düşmeden ablamdan tutundum Bir şeyleri başarmanın gururuyla ilk kez yürüyen merdivenlerde milli oldum. Ne zormuş yürüyen merdivenlere binmek. Tarihin sayfalarına geçecek yürüyen merdiven yolculuğum diğer katlarda da devam etti. Ama artık rahatça merdivenleri kullanmaya başlamıştım.

Her katta bir sürü mağaza. Yine duvarlarda seramik tablolar vardı. Bu binanın içi tam bir sanat müzesi gibiydi. Kaç kişinin dikkatini çekmiştir bu seramik devasa tablolar bilemiyorum.

Ablam yorulduğumu fark etmiş ki; “Son kez bir oyuncakçı dükkânına uğrayalım“ dedi. İçeride yüzlerce oyuncaklar nasılda insanı kendine çekiyor. Ağzım açık oyuncaklar dünyasına dalıp gittim. Ablam yeğenime bir su tabancası aldı.

Bana dönüp; “Senin istediğin bir şey var mı?“ diye sorunca önce “Yok“ dedim. Ablam; “Bak iyi düşün istersen bir futbol topu alayım. Arkadaşlarınla oynarsın ne dersin?”

Cam tezgâhın içinde kabından çıkarılmış duran ağız mızıkası gördüm. Ama ağız mızıkası ile ilgili hiç bilgim yok. Sadece siyah beyaz kovboy filmlerde gördüğüm mızıka çalan kovboylar gözümün önüne geldi. Ablama, “Mızıka olur mu?“ dedim.

Ablam hiç itiraz etmedi ve ağız mızıkasını hediye paketi yaptırdı. Hediyelerimizi alıp çarşıdan çıktık.

Elimde hediye paketi içinde mızıka bir an önce hediye paketini açmak istiyorum. Ama eve gitmemize daha çok var. Dolmuş durağının önünden geçerken, ”Ablam bugün çok yorulduk, hadi dolmuşla gidelim” deyince havalara uçtum. “O yol bitmezdi yoksa. Normalde evden Ulus’a bu yolu hep yürüyerek gidip geliyorduk.”

Beş dakikada eve gelmiştik. Heyecanla hediye paketini resmen parçalayarak açtım. Sarı metal pırıl pırıl ağız mızıkam elimde. İçim kıpır kıpır. Hemen dudaklarıma götürdüm birkaç nefes denemesinden sonra sesler çıkarmaya başladım. Bence büyüleyici seslerdi bunlar.

Akşama doğru elimde mızıkamla tüm bahçeyi inlettim durdum ilk çaldığım parçada Erzurumlu Tahsin amcanın büyük oğlunu sürekli cümbüş sazı ile söylediği “Neden saçların beyazlamış arkadaş” şarkısıydı.

Altındağ mahallesinde ablamın da teşviki ile mızıka konserimin ve ilk sanat hayatımın seyircileri, Tahsin amca ve kiracıları oldular. Hâlâ unutamıyorum o günleri…