Bu yazımda iki ayrı konu var. 

Birisi, 6 ve 9 Ağustos 1945 tarihlerinde, Amerika Birleşik Devletleri’nin Japonya’nın Hiroşima ve Nagasaki kentlerine attığı iki atom bombası, diğeri ise ülkemizde yürürlüğe giren  “Hayvanları Koruma Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”.

Yazıma bir alıntı ile başlıyorum.

 “Türkiye, insan soyuna “Yurtta Barış, Dünyada Barış” kavramını armağan eden çok genç bir Cumhuriyet olarak,  barıştan yana yöneticilerinin tarihe örnek gösterilecek kararları ile 2.Dünya Savaşına girmedi. Kan ve gözyaşı dökülen bir dünyaya doğarak ilk nefesimi aldım,  ilk kez ağladım, ilk çığlığımı attım. Son nefesimi verirken, Ülkemin ve Dünyanın şiddet ve savaş yaşamamasını, kan ve gözyaşı dökülmemesini dilerim. Doğarken ağlamıştım, ölürken ağlamamayı, hıçkırıklar içinde gözyaşı dökmemeyi çok isterim.

Japonya’nın Hiroşima (6 Ağustos 1945) ve Nagasaki (9 Ağustos 1945) kentlerine Amerika Birleşik Devletlerinin atom bombası atması, tarihin en büyük suçlarından biri. Bu suçu ilk sıraya koymak da olası. İki bombalama olayının annelerle, çocuklarla doğrudan ilgisi var. Hiroşima’ya ilk atom bombasını atan uçağın Pilotu Paul Tibbets. Uçağa annesinin adı verildi. Enola Gay. Nasıl bir vicdan bu? Bombanın adı da Little Boy, yani küçük çocuk, ufaklık, üstelik erkek çocuk. 

Sevgili anneler, sevgili gönül anneleri, Hiroşima’da yaklaşık 140 bin insan öldürüldü. Anneler, bebekler, çocuklar, ileri yaşlılar, hastalar, doktorlar, sağlık çalışanları, öğretmenler. Savaş uçağının adı bir kadının, bir annenin adı. Emirle katil yapılmış bir pilotun annesinin adı. Bombanın adı da, küçük erkek çocuk. Hangi anne, hangi çocuk bu katliamı yapabilir, insanlar uykuda iken, hastanede hastaların ve yaralıların umutla iyileşmelerini beklerken veya gece çalışırken? O katliam olayında, kararı alanlardan yaşayanlar var mı, araştırmaya değmez. Toprağın altında, bazı dinlerin söylediği gibi öteki dünyada ne yapıyorlar? 

Bir şey daha. O vahşeti yapanların, hatta savaşları çıkaranların bugünkü yakınlarının, soylarının bir suçu yok. Kuşaktan kuşağa geçmeyecek bir şey varsa, bu suçtur, böyle bir mirastır. Gerçekten geçmişin suçlarından, sonraki kuşaklar sorumlu olmamalıdır. Ancak, evet ancak, o insanların bugünkü kuşakları biraz olsun üzülüyorlar mı, utanıyorlar mı, Japonya’yı teslim aldık diye gurur mu duyuyorlar?  Utanmasınlar, ancak, sakın gurur duymasınlar. O bombayı üreten bilim insanlarının organları toprakla buluştuğunda, acaba toprakla aralarında bir iletişim kuruldu mu? Rahatça toprağa karıştılar mı, toprak onları rahatça kabullendi mi? İnananlar için söylüyorum, Cennet ve Cehennemle ilişkileri var mı?

Üç gün sonra bir bomba da, Nagasaki kentine atıldı. Bombanın ismi “Fat Man”, şişman adam anlamında. Hiroşima’ya atılan bombanın adı erkek çocuktu, biliyorsunuz. Nagasaki’ye atılanın adı şişman adam. O da erkek. 70 binden fazla insanın öldürüldüğü bir kıyımdır bu olay.”

Bu bölüm, 2021 yılında Türkiye kitaplıklarına kazandırılan, ancak ücret karşılığı satılmayan, kitapçılarda bulunmayan “Anneler ve Gözyaşları” isimli yapıtımdan alındı.

Bugün 6 Ağustos 2024.  Tam 79 yıl geçmiş, Küçük Çocuk isimli bomba ile uyuyan on binlere ve çocuklara kıyıldığı gecenin üstünden. Kıyım, katliam, kan, gözyaşı. Bu isimleri halk koydu. Bir halk, şiddetsiz yöntemlerle üretirse bu isimleri, kelimeleri akıllara ve yüreklere almak kolaylaşır, sonsuza dek de yaşatılır. Hatta yeni kıyımlar, kan dökmeler ve katliamlar yaşansa bile.

O kitapta, ülkemin ve Dünya’nın annelerine, yaşadıkları veya çalıştıkları her yerde, dernek, federasyon, konfederasyon şeklinde örgütlenmelerini, aralarında iletişim kurmalarını, dayanışma içinde bulunmalarını öneriyorum. 

Annelere, ayrıca, önerdiğim örgütlenme biçimlerinden farklı ve haklara dayalı olarak birliktelikler oluşturabileceklerini, erkeklerle dayanışma içinde, şiddetsiz, sevgi ve dostluğa dayalı bir toplum hedefine yönelik katkılarını çoğaltabileceklerini anlatmaya çalışıyorum.

Ancak, ek bir önerim daha var. İçinde dayatma, baskı, yalan, iftira, tehdit, ayırımcılık, adaletsizlik, kin, nefret, cinayet gibi silahlı veya silahsız şiddet çeşitleri yoksa, inançlara ve siyasal parti görüşlerine saygı duyulmalı, hoşgörü gösterilmelidir. Çünkü, insan soyu için dinsel inanç, dinsel inançsızlık ve siyasal görüş yaşamsal değerdedir. Herkesin bu değerleri farklılık gösterebilir. Farklılıkları doğal zenginliklerimiz olarak algılıyorum. Yeter ki içinde şiddetin hiçbir çeşidi bulunmasın.

Kitabımı, birçok yere posta veya internet  kanalı ile gönderdim. Katıldığım etkinliklerde de çocuk dünyaya getirmiş annelere veya gönül annelerine imzalı olarak veriyorum. Türkiye’deki annelerden şu ana dek “Ben Varım…Biz Varız” diyen ve önderlik yapmak isteyen bir anne ve anneler çıkmadı.

Benzemese de, başlığa uygun başka bir örneğe değinmek istiyorum, tüm savaşlarda, işgallerde, fetihlerde, katliamlarda, kıyımlarda öldürülenlerin anıları önünde, Japon kardeşlerimin geleneksel olarak yaptıkları gibi saygı ile eğilerek. Evet, Japon kardeşlerim gibi diyorum. Çünkü, aynı anne ve babadan doğmasak bile tüm insanlar kardeşimdir. Bugün 6 Ağustos 2024 Salı. Nerede yaşarlarsa yaşasınlar,  Japon kardeşlerimi alınlarından öperek kucaklıyorum.

30 Temmuz 2024 tarihinde TBMM Genel Kurulu’nda, iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi ve destekçisi Milliyetçi Hareket Partisi’nin oyları ile  kabul edilen “Hayvanları Koruma Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”, 2 Ağustos 2024 gün ve 32620 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdi.

Bu Kanuna adını elbette yetkili kamu görevlileri ve siyasetçiler verdi. Ancak, gazetecisi, yazarı, gönüllüsü, siyasetçisi ile geniş halk kesimlerinin koyduğu başka isimler de var. Halkın ve basının bir bölümü katılmasa bile, hayvanların uğradığı ölümcül şiddet çeşitlerine karşı çıkan yürekli insanlar yazdı, haykırdı, afişlere, pankartlara, meydanlara taşıdı farklı isimleri ve nitelemeleri, yetmedi TBMM’ye…

Kanlı Yasa…Katliam Yasası…Cinayet Yasası…

Türkiye’m, ne mutlu sana. Kulağa fısıldamadan, başka bir tören veya yöntem kullanmadan, birlikte haykırarak, hiçbir zaman silinemeyecek olan böyle isimleri koyan, nitelemeleri yapan yürekli, akıllı, vicdanlı, sevgi ve dostluk dolu insanlar da yaşıyor bağrında.

Türkiye’m, yerin üstündeki cennet olmaya layıksın, bağrında milyonlarca insan melek de var. Korkma sönmez gözlerdeki ışıltılar, yüreklerdeki sevgi, dostluk ve umut.

Teşekkürler, yerin üstündeki gerçek melekler…