Bir önceki yazı, “Her Şeyin Temeli” insanı harekete geçmeye zorlayana yönelmişti. Bu sorunun tek cevabıysa ‘duygu’ olmuştu.
Bilinmezden gelen ve insanı değiştiren devasa bir kuvvet… Görüş böyle ya da duygularımız üzerinde hakimiyetimiz olmadığını iddia edenlerin söyledikleri bu. “Duygu, bilinmezden gelir ve kendiliğinden gelişir.” Dünyanın en saçma görüşü, elbette fiziksel şartlar ve etkileşim halinde olduğumuz dış dünyanın duyguların yaratımında etkisi büyük… Ama hiçbir sebep yokken dans etmeye başlayan bir insanın mutluluğunun nedeninin ne olduğunun cevabı yok. Aynısı, dişlerimizi sıktığımız dakikada yaşadığımız gereksiz öfke adına da geçerli. İnsan, yaratmaya muktedir. Kendi duygularını bile…
*
Bilimsel bir adı yoktur diye düşünüyorum. Ancak olay gerçekten doğru, insan öfkelendiği ya da neşelendiği andaki hareketlerini tekrarladığında duygular harekete geçer.
Bir tür hafıza uyarıcı.
Fiziksel tepkiler, iç dünyayı şekillendirir. Sadece denemek adına dişlerini sıkan insan bir anda sinirlenir. Mutsuzluktan kıvranan kişi, müziğin ritmiyle başını sallayıp gülümseyecek gücü bulduğunda ferahladığını hisseder.
Sonuçta da insan değişir.
*
Duygular yapay olarak yaratılabilir.
Ve madem, duygular yapay bir şekilde oluşturulabilir.
Ve madem, insan esasında kendi yarattığı ya da dış dünyadan aldığı etkileşimden doğan duyguların kölesidir.
O zaman, insanı istediğimiz noktaya getirmek için duygu yaratılabilir.
Siyasi için çok kudretli bir araç.
*
İkinci meseleyse yine bir önceki yazıda geçen slogandan doğar: “insan tekilleştikçe karmaşıklaşır.”
Dışarıdan bakıldığı zaman, tüm toplumu birkaç parçaya bölmek mümkün görünür.
Eğer insan, unvanlarıyla yaşıyorsa bir 40 milyonluk bir kitleye seküler denebilir. 20 milyona üniversite mezunu, 10 milyona lisans, 5’ine sayısal, 1’ine ise mühendis denebilir. O bir milyonun içindeyse bir milyon farklı insanla karşılaşılır.
Tek bir insanın yüzlerce farklı konuda yüzlerce farklı düşünceye sahip olduğu görülebilir.
Sonucundaysa genelleme yanılır ve suya düşer.
*
Ama bu bireysel sınavlarımızdır. Siyasinin bireysel sınavlarla işi olamaz. Partisini kendi malı değil, iktidarın bir parçası olarak görmek isteyen halktan üyelerin de bireysel planların önemi olamaz.
Tabii kime anlattığımıza göre değişir. Hayatın her alanına dair devasa bir düşünce setine sahip olması gereken siyasi hareketi kendisiyle ters düştüğü ilk saniye itibariyle terk eden çok bilmişler için durum böyle değildir. Parti bin yıl muhalefette kalacaksa da kendisine ters düşmemelidir. Siyasetin resmi bir üyesi dahi olmayan şahsı memnun etmek adına politika yapmalıdır çünkü…
Tam bir kendini bilmezlik hali, açıkça öfke kabartacak bir söylem. Gerçeklerden kopuk ve hedefsiz…
*
Böyle bir tabana sahip olmayan ya da “siyasi bilincim çok yüksek” diyenlerle çevrelenmemiş olan siyasiler, çok daha rahat hareket edebilir ve tekilliğin karmaşasından uzak yaşayabilirler.
Herkesi memnun etmek zorunda kalmamak ama herkese de en azından önceliklerini sağlamak…
İktidarın formülü… Tabii birçok değişkenle beraber ama en başta bu cümleyi gerçeğe dökmek yeterlidir.
*
Herkesin ilk önceliğiyse, ancak hayatta kalmak olabilir.