Son zamanlarda sloganlarla konuşmak moda oldu. Uzun makaleleri hiç kimse okumuyor. Bu yüzden de ben konu başlığı olarak böyle bir slogan seçtim. Aslında Başöğretmen Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün 1 Kasım 1928 tarihinde gerçekleştirdiği harf devriminden söz etmek istiyorum.
Son zamanlarda sloganlarla konuşmak moda oldu. Uzun makaleleri hiç kimse okumuyor. Bu yüzden de ben konu başlığı olarak böyle bir slogan seçtim. Aslında Başöğretmen Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün 1 Kasım 1928 tarihinde gerçekleştirdiği harf devriminden söz etmek istiyorum.
Kanunun tam adı “Türk Harflerinin Kabulü ve Tatbiki Hakkında Kanun”. 1 Kasım 1928 tarihinde TBMM’nde kabul edilen kanun 3 Kasım’da yayınlanarak yürürlüğe girecektir.
Arap harfleri yerine Latin esasından alınan Türk Harfleri kabul edilmiştir. Burada “Latin Harfleri” denilmeyerek “Latin esasından alınan” ifadesinin kullanılması kadar, yeni alfabenin “Latin Harfleri” değil de doğrudan “Türk Harfleri” olarak tanımlanmış olması ilginçtir.
Eski harflerle yapılan halk başvurularının kabulü 1 Haziran 1929 tarihine kadar mümkün olacak bu tarihten sonra eski harflerle yazılı dilekçeler işleme konulmayacaktır.
Basılı medya için verilen Türk Harflerine geçme süresi ise 1 Aralık 1928 olarak belirlenmiştir. Devlet Daireleri ise 1 Ocak 1929 tarihine kadar Türk Harflerine geçmiş olacaklardır.
Özellikle mahkeme kâtiplerinin hızlı yazabilmeleri gerektiği düşünülerek “eski Arap harfleri stenografi gibi kullanılması” için bu süre 1930 Haziranı olarak kanunun 6. Maddesinde yerini almıştır. İnönü, Hatıralar’ında Atatürk’ün harf devriminden sonra da özel notlarını Arap harfleri ile tutmaya devam ettiğini yazacaktır (T. Toros, Atatürk’ün İhtilal Hukuku, s. 523, asıl kaynak İ. İnönü, s. 483- 485).
9. maddeye göre “eski harflerle basılmış kitaplarla öğretim yapılması yasaktır”. Yani yeni kitaplar basılıp dağıtılıncaya kadar öğretmenler öğrencilerine kendi bilgilerini aktaracaklardır.
Kanun metninde açıkça görüldüğü gibi hiç kimse bir gecede yeni harflere geçirilmemiş ve bir gecede cahil kalmamıştır.
Osmanlı İmparatorluğu döneminde okur-yazar oranları konusunda sağlam istatistik verileri olmadığı için verilen bütün rakamlar tartışmalıdır. Atatürk Kültür Merkezi tarafından çıkarılmış olan Mustafa Kemal Atatürk Ansiklopedisi verilerine göre okur-yazar oranı 1923 yılında % 2,5 iken 1927’de % 10,5 olmuş ve 1935 yılında % 20,4’e yükselmiştir.
1922 yılında Gazeteci Hüseyin Cahit (Yalçın), Mustafa Kemal’e: “Niçin Latin harflerini kabul etmiyorsunuz? diye sorduğunda Mustafa Kemal Paşa’nın cevabı kısa ve netti: “ Henüz zamanı değil”.
1923 yılında İzmir İktisat Kongresi’nde oturum başkanı Kazım Karabekir Paşa’ya Latin alfabesine geçmek konusu sorulduğunda: “ İslâmın bütünlüğüne zarar verir” diye cevaplamıştı. Henüz Abdülmecid Efendi, İstanbul’da sembolik de olsa Halifelik makamında oturmaktaydı.
1923 Temmuzunda Lozan Antlaşması imzalanınca artık sembolik de olsa bir halifelik makamına gerek kalmamıştı. 3 Mart 1924 yasaları ile Türkiye Cumhuriyeti’nin önünde yeni bir evre başlıyordu. İzmir Suikast Teşebbüsü, Şeyh Sait İsyanı, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kurulması ve 5 ay 14 gün sonra kapatılması, Takrir-i Sükûn Kanunu’n sağladığı sükûn bu dönemin önemli olaylarındandır.
28 Mayıs 1928 tarihinde TBMM çıkardığı bir kanunla 1 Haziran 1928 tarihinden sonra Arap rakamları yerine bugün kullandığımız uluslararası rakamları kabul etti. Arap rakamları ondalık sayı sistemi üzerine kurulu olduğundan bu rakam değişikliğinin uygulanması büyük bir zorluk yaratmadı. Ancak birisi rahmetli babam olmak üzere bir kısım halk sıfırı nokta şeklinde yazmaya devam ettiler. Çünkü yeni harflerle sıfır, yani içi boş bir yuvarlak yaptıklarında bunun eski rakamlarla 5 olacağını sanıyorlardı.
Harf devriminin gerçekleşmesi için kurulan komisyon raporunu Gazi Hazretlerine sundu ve bu işin 5 ila 15 yıl sürebileceğini bildirdi. Gazi’nin bu kadar beklemeye tahammülü yoktu. Cevabı net ve kesin oldu: “Bu iş ya 3 ayda olur; ya da hiç olmaz”.
Takvimler 9 Ağustos 1928’i gösterdiğinde CHP tarafından Gülhane’de düzenlenen galada yeni harfler hakkında bilgi verildi. Ağustos- Eylül aylarında Gazi Paşa, Anadolu’nun birçok şehrini gezip kara tahtanın başında yeni harfleri halka tanıtmakla meşgul oldu. Bu hazırlıklar sırasında Gazi Paşa’ya “kef “ harfinden doğan ince k için “k” harfinin; “kaf” harfinden doğan kalın k için “q” harfinin kullanılması önerilmişti. Gazi ise buna gerek yok diyerek bu teklifi kabul etmedi. Aslında uzmanların görüşü kabul edilmiş olsa bugün “kar” ve “kâr” gibi kelimelerin yazımında ortaya çıkan zorluk aşılmış olacaktı.
Harf devrimi için yapılan bu hazırlıkların yeterli olup olmadığı tartışılabilir. Ancak Türk fonetiğine uygun olmayan Arap harflerinden Latin harflerine geçilmiş olması okuma-yazmayı kolaylaştırdı. Harf devriminden sonra bizzat Gazi Paşa’nın ihtimamıyla yürütülen okuma-yazma seferberlikleri sayesinde ülkedeki okuma-yazma oranı 10 yıl gibi bir sürede 3 katına çıkarıldı. Buna rağmen yine de 1935 yılında halkın % 80’i okuma yazma bilmiyordu. En son geniş çaplı okuma yazma seferberliği 1980 ihtilalinden sonra Kenan Evren tarafından gerçekleştirildi.
II. Mahmut yayınladığı bir hatt-ı hümayunda, anne-babaların çocuklarını para kazanmak için çırak verdiklerinden ve çocukların cahil kalmalarına sebep olduklarından yakınmaktaydı. II. Abdülhamid’in eğitim çabaları onun en önemli girişimidir. Buna rağmen okuma-yazma oranının bu kadar düşük kalmasının tek sebebi olarak Arap alfabesini göstermek de doğru olmasa gerek. Bitip tükenmek bilmeyen savaşları, yokluk ve kıtlıkları da hesaba katmak gerekir. Hele kız çocuklarının eğitimi konusu daha da yürekler acısı bir durumdur.
SONUÇ: Harf devrimi 1 Kasım 1928 tarihinde yapılmış ve tamamlanmıştır. Şu şekilde olsa daha iyi olabilirdi diye tartışma açılabilir. Ama 93 yıl sonra “yapılmasaydı” demenin; “bir gecede cahil bırakıldık” demenin hiçbir anlamı, hiçbir yararı yoktur. Bu iş yapılmış ve bitmiştir. Bu tarihten sonra ne tekrar Arap harflerine dönebiliriz; ne de Göktürk alfabesine. Bu millet, bu bünye ikinci bir kültür operasyonunu kaldıramaz. Türk aydınlarına düşen görev, gerekli alanlarda iyi bir Osmanlıca eğitimi vermek ve eski kültür belgelerimizi yeni nesillere iyi bir şekilde aktarılmasını sağlamaktır.