Artık o merak ettiğimiz faturalara artık ulaştık. Son yapılan zamlardan sonra kesilen ilk faturaları gelmeyen sanırım kalmamıştır. Zaten zammı anlık yansıyan akaryakıt, giyim, gıda v.b gibi kalemlerin dışında henüz cebimize yansımamış olanlarla da karşılaştık. Özellikle doğalgaz ve elektrik kaleminde büyük bir cebe vurgun yaşıyoruz. Henüz zamlı maaşlarımızı daha yeni almış hatta bir çoğumuz almamışken, daha bunları cebimizde görmemişken; paralarımızın hayali bile eridi aslında. İnsanlar aldıkları ücretlerle neler yapacağını bile artık planlayamaz hale gelmiş durumda. Lüks dışında olan ihtiyaçlarımızın da lüksleşmeye başladığını kenara geçtik izliyoruz.
Artık o merak ettiğimiz faturalara artık ulaştık. Son yapılan zamlardan sonra kesilen ilk faturaları gelmeyen sanırım kalmamıştır. Zaten zammı anlık yansıyan akaryakıt, giyim, gıda v.b gibi kalemlerin dışında henüz cebimize yansımamış olanlarla da karşılaştık.
Özellikle doğalgaz ve elektrik kaleminde büyük bir cebe vurgun yaşıyoruz. Henüz zamlı maaşlarımızı daha yeni almış hatta bir çoğumuz almamışken, daha bunları cebimizde görmemişken; paralarımızın hayali bile eridi aslında. İnsanlar aldıkları ücretlerle neler yapacağını bile artık planlayamaz hale gelmiş durumda. Lüks dışında olan ihtiyaçlarımızın da lüksleşmeye başladığını kenara geçtik izliyoruz.
Evet, dünya ekonomisinde kötüye bir gidiş söz konusu. Evet, pandemi sonrası dünya üzerinde yaşanan bu buhran enflasyon kriziyle bizi baş başa bırakıyor. Fakat bundan devlet ekonomisi olarak etkilenip halkın yaşamadığı bir enflasyon var kimi ülkelerde. Bu ülkeler ekonomilerini geliştirmiş ve geliştirmek amacıyla hala desteğini sürdüren ülkeler. Bir de ‘Üçüncü Dünya Ülkeleri’ dediğimiz bir kavram var. İşte bu devletlerde devlet ekonomisinin yaşadığı herhangi bir sıkııntıyı halkın yaşamama ihtimali genelde imkansız. Ne yazık ki biz de şu an bunu yaşıyoruz.
Genç devletler bunları yaşıyorlar ve yaşamaya devam edecekler, fakat biz hala bunu neden yaşıyoruz işte merak konusu bu.
Türkiye 2000’lerin başında yeni krizle alakalı sorunları aşmaya çalıştığı zamanlar yine yıllardır duyduğu o müthiş cümleyi duymuştu. ‘Türkiye bir tarım ve hayvancılık ülkesidir.’ Evet Türkiye bunun için bulunmaz bir velinimettir. Çünkü bereketlilik ve çeşitlilik üzerine zengin topraklara sahiptir. Her gölgesinde ayrı ayrı bir çok değeri barındırır içinde. Fakat tarım işini icra ederken büyük bir sorunla karşı karşıyayız. Büyük toprakları olanlar gelişmiş tarımı bir şekilde devam ettiriyor ama ya küçük çiftçi. Aslında döngüye bakıldığında katkıları büyük fakat bir çoğu ekmekten vazgeçer hale geldiler. Bunun bir sebebi tohum – gübre – mazot fiyatları iken, bir sebebi de aslında gelişmiş tarım yapıldığının sadece düşünülüyor olması…
Sadece kara saban kullanmamak gelişmiş tarım anlamına gelmez. Para babası toprak ağaları uçaklarla alan ilaçlarken hala elle ilaç atarak ürün beklenilmez. Hata çiftçinin mi? Tövbeler tövbesi. Ne yapsın gariban çiftçi. Burada aslında yollar şuna çıkıyor:
Devlet üç kuruşluk mazot desteği ile çiftçi kalkındıramaz. Kontroller artmalı, devlet kendi eliyle ektirip kendi eliyle biçmeli. Kendi almalı, dışarıya satmalı sofralara getirmeli. Türkiye’de tarım da hayvancılıkta devletleşmeli. Ha bu özelleştirme çaresizliğinde boğulduğumuz dönem mi devletleşme hadi be oradan dediğinizi duyar gibiyim. Fakat başka yolu yok…