“Hiçbir korkuya benzemez halkını satanın korkusu” demiş büyük şairimiz Nazım Hikmet… Her ülkede öyle ya da...

Hiçbir korkuya benzemez halkını satanın korkusu” demiş büyük şairimiz Nazım Hikmet…

Her ülkede öyle ya da böyle bir iktidar vardır, fakat sadece ve sadece halk egemenliğinin geçerli olduğu demokratik ülkelerde muhalefet bulunur.

Dahası sadece demokratik ülkelerde güç iktidar ve muhalefet arasında adil ve eşitlikçi bir yarışma sonucunda kavgasız, dövüşsüz herhangi bir şiddet olayı yaşanmadan el değiştirir.

Demokratik ülkelerde iktidar gücünün adil bir yarış sonucunda el değiştirmesinin teminatı ise elbette bağımsız ve tarafsız yargıdır.

Eğer bir ülkede bağımsız ve tarafsız bir yargı yoksa iktidarda bulunanlar ellerindeki gücü oyunun kuralını değiştirmek, kendilerini avantajlı ve rakiplerini dezavantajlı duruma düşürmek için kullanabilirler.

Gene demokratik ülkelerde yargı iktidarda bulunanları, iş görenleri sıkı sıkıya denetlediği için kimse kolay kolay suç sayılacak eylemlerde bulunmaya cesaret edemez. Es kaza böyle eylemlerde bulunan olsa dahi bu istisnai bir durum olur yolsuzluk, rüşvet ve sair yasa dışı eylemler kitlelere yayılıp bir kangrene dönüşmeden engellenir. Suç daha bireysel seviyede kalıp organize bir hale dönüşmeden engellenemezse hem yayılır daha kalabalık bir kitlenin de suç işlemesinin önü açılır ve hem de daha vahim suçlar devreye girer.

Muhalefet ile güçlü, bağımsız, tarafsız ve etkin bir yargının bulunmadığı otokratik ya da diktatöryal rejimlerde hemen hemen daima iktidarda bulunanlar suç sayılacak eylemlerde bulunurlar ve hatta suç rutine biner…

İşte bu rejimlerde iktidar sahipleri iktidarın değişmesinden, başkalarının iktidara gelmesinden ve hesap vermekten ölesiye korkarlar çünkü hesap vermeleri mümkün değildir.

Bu tip rejimlerde bir nokta aşıldıktan sonra iktidar için tek seçenek iktidarda kalmak ve iktidar gücünü kullanarak hesap vermekten kaçınabilmektir. Çünkü tüm diğer seçeneklerde yolun sonu hep kodese çıkar.

Diktatörler daima iktidarda kalabilmek için zorbalık ve zulmü arttırırlar ve devlet aygıtının gücünü muhalefeti baskı altına almak için kullanırlar.

Ekrem İmamoğlu’na karşı açılan “ahmak” davasını da bu çerçevede okumak gerekir.

İstanbul yenilgisini hazmedemeyen, katakulli ile seçimleri yeniletip, ikinci seçimde çok daha ağır bir yenilgi alan iktidar bir taraftan intikam peşinde koşarken, diğer taraftan da karşısında iki defa çok ağır yenilgi aldığı Ekrem İmamoğlu’nu diskalifiye etmeye uğraşıyor.

Bütün anketler Cumhur İttifakının lideri Erdoğan’ın aday olabilmesi halinde bile Millet İttifakının adayı Ekrem İmamoğlu karşısında ezileceğini, büyük bir fark yiyeceğini son derecede açık ve net olarak göstermektedir.

İstanbul’u kaybedince bu kadar ağır bir travma yaşayan iktidar mensuplarının Türkiye’yi de kaybetmeleri halinde gök kubbenin tepelerine çökeceğini düşünmeleri ve bundan ölesiye korkmaları hiç de şaşırtıcı değil.

Fakat unutmasınlar ki bu ülkede bu halkı “kayıtsız şartsız milli egemenlik haklarına” kavuşturan büyük önder Mustafa Kemal Atatürk’ün ruhu hala aramızda ve öğretisi cap canlı yaşıyor.

Onun, millet iradesine ve egemenliğin millete ait oluşuna ilişkin şu sözleri bu topraklarda hala geçerli “Milli egemenlik öyle bir nurdur ki, onun karşısında zincirler erir, taç ve tahtlar yanar, yok olur. Milletlerin esareti üzerine kurulmuş müesseseler her tarafta yıkılmaya mahkûmdurlar.” “Hâkimiyetine doğrudan doğruya sahip olmanın kıymetini pek iyi anlayan ve pek iyi bilen millet, bu mukaddes hâkimiyetine karşı baş gösterecek her tehlikeyi kahredecektir.”

Bu sözler herkesin kulağına küpe olsun, hiç kimse milli iradeye kumpas kurmaya kimse kalkmasın derim…