Canlıların en zekisi, tek konuşabileni, Dünyayı yöneteni denilen insan eliyle üretilen her türlü şiddet, Türkiye’nin gündeminin...
Canlıların en zekisi, tek konuşabileni, Dünyayı yöneteni denilen insan eliyle üretilen her türlü şiddet, Türkiye’nin gündeminin ilk sırasında yer almayı sürdürüyor.
Neden insanı tanımlarken “denilen” diye yazdım. Çünkü, bu görüşe hiçbir zaman katılmadım, bugün ise kesinlikle ve kararlılıkla katılmıyorum. Yine çünkü, tüm canlılar zekidir, konuşuyorlar ve dünyanın yönetiminin ortaklarıdır. Hiçbir bilim dalı veya insan, insanların tüm canlılardan üstünlüğünü bana kanıtlayamaz, hangi belgeyi getirirse getirsin. Kimse kimseden üstün değil, sadece farklı.
Güzel memleketim, ülkem, yuvam, vatanım, yurdum, aile ocağım Türkiye’nin gündeminin ilk sırasını, 2022 yılı Aralık ayının ortalarına doğru, bir cemaatin, bir vakfın, bir kadının, bir erkeğin ve bir annenin, bir babanın adının geçtiği ağır bir şiddet örneği aldı.
Bir genç kadın, fırsatını bulup, 6 yaşında iken bir vakfın kurucusu ile dinsel nikah (!) kıyıldığını ve cinsel istismara uğradığını anlattı. 24 yaşına dek neler yaşadığını, başına gelenleri kanıtlayabilmesi için yaptıklarını dile getirdi.
Siyaset, toplum, aileler; gazete, televizyon ve sosyal medyada verilen haberleri konuşmaya başladı. İnananlar da vardı, inanmayanlar da. 18 yıl önce, henüz okul çağına gelmiş bir kız çocuğunun başına gelen bu şiddet çeşidinin, 18 yıl sonra belgelenmesi ve inandırıcılığının kanıtlanması kolay değildi. Çok zordu.
Konu şimdi yargıda.
Bir baba, bir büyükbaba, bir gazeteci, yazar ve sivil toplum gönüllüsü olarak böyle bir konudaki duygu ve düşüncelerimi, yazı ve sözle anlatabilmem gerçekten çok zor. Benzer örnekleri çok duyduğum ve okuduğum için olayın doğruluğuna olan inanma düzeyim tam. Ayrıca, bebek yaştakilerin veya daha büyük çocukların sözlerinin kesildiğini, yüzük takmadan nişanlandığını, çocukluğumda çok yakınlarımdan duymuş biriyim.
Çocukluğumda, din kitaplarının gökyüzünden yeryüzüne nasıl indiği, şimşeklerin nasıl çaktığı, yıldırımların nasıl düştüğü konularında aile yakınlarındaki büyüklerimizin söylediklerinden örnekler versem, inanamazsınız.
Dün gördüğüm, duyduğum inanılmaz inançların bazılarının bugün bile toplumun bazı kesimlerinde yaşıyor, yaşatılıyor olmasını üzülerek karşılıyorum.
Geçen haftaki yazımda, boşuna “Eğitim; Eğitim olsaydı…” diye başlık atmadım.
Düşünmek, inanmak, korkmak, üzülmek, güvenmek, umutlu olmak, kanımca her canlının saygı duyulması gereken değerleridir. İnanca ve görüşe saygı, hoşgörü. Ne olmadan? Şiddet ve baskı olmadan. Şiddet kullanmadan, başkalarına baskı ile aktarmaya çalışmadan inancınızın ve görüşlerinizin yanında iseniz, benim gibiler de size saygı duymakta ve gerek duyulduğunda destek vrmekte zorlanmaz.
Bu yazının konusu olan olayın hiçbir dinle ilişkisi olamaz. Bu ve benzer şiddet olaylarını, erkeklerin çocuklara, kadınlara ve hatta kendi hemcinslerine yaptığı cinsel veya başka bir tür şiddete karşı çıkmayan, onay veren ve hatta özendiren bir din varsa, o din değildir. O sadece vahşetin belgesidir.
Herkes keşke, inandığı dinin kitabını, dinlerle ilgili yorumcuların, yazarların ve araştırmacıların belgelerini ana dilinde okuyabilse, araştırabilse. Çünkü ana dil, Tanrının insanlara verdiği en önemli armağanlardandır. Ana dil; ana ocağının, binlerce, milyonlarca yıla dayalı emeğinin, acılarının, sevinçlerinin, umutlarının ürünüdür. İnsan dilinin, insan beyninin doğal bir ürünüdür ana dil, sözcükler. İnsan bu sözcükleri bakışları ve beden dili ile anlamlaştırır, zenginleştirir. Ana dili yok etmeye çalışmak, yazdırmamak, konuşturmamak ağır bir şiddettir.
Yazımın girişinde değindiğim utanılası olayın duyulmasından ve haberleştirilmesinden kısa bir süre sonra TBMM’de iktidar ve muhalefet sözcüleri olayı kınadılar. Demokratik kitle örgütleri de tepkilerini dile getirdiler. Elbette biraz rahatlatıcı ve umutlandırıcı yaklaşımlar bunlar.
Açıklamalarla ilgili birkaç değerlendirme yapmak istiyorum.
İktidarın Partisinin veya destekleyen diğer partilerin bazı milletvekilleri ve üst düzeydeki yetkililer, 6 yaşındaki bir yavrunun kocaman bir adama eş seçilmesi konusunun siyasetin işi olmadığını, siyaset üstü olduğunu dile getirdiler. Elbette birçok konuda olduğu gibi bu yaklaşımı şaşkınlıkla ve hayretle karşılıyorum. Siyasetçiler bu olayın siyaset dışında tutulması gerektiğini söylüyorlar! Böyle dillendirenlerin çoğu da kadın, biliyor musunuz!
Siyasetin alanı ve işi, demokrasilerde sınırlandırılamaz, daraltılamaz. Herşey dahil. Siyaset, halkın tam katıldığı bir yöntemin adıdır. Siyasetçi de halkın yetkilendirdiği kişi. Halkı yönetmek için değil, halkın verdiği yetkileri yürütmek için yetkilendirilen kişi.
Hiçbir konu siyasetin dışında, altında veya üstünde olamaz. Her konu siyasetin alanı içinde ve işidir. Yeter ki, halkın seçtikleri, farklılıkları kucaklayarak, uzlaşarak, herkesi mutlu ederek, kimseyi mutsuz etmeyerek, halkın verdiği görev ve yetkileri yürütsün.
Tanrı aşkına, farklı düşünen ve kararlılıkla ifade eden bir milletvekiline, bir insana saldırmak, yumruk atmak, hedef göstermek, yalan söylemek, hakaret ve tehdit etmek, iftira atmak, siyaset alanına girer mi? Bunlar siyasetçinin işi mi? Bunlara neden “siyasetin işi değildir, hatta hiçbir insana yakışmaz” demiyorsunuz?
Siyaset ve siyasetçi bunları üretmez, dil şiddeti yapmaz, önlemek için öncülük eder, TBMM çatısı altında dostça, kardeşçe konuşur, herkes tarafından alkışlanarak kürsüye çıkar, alkışlanarak kürsüden iner. Çok mu zor, gözlerinizde sevgi ışıkları, yüzünüzde ay parlaklığı, dilinizde, yerin üstündeki meleklere yakışır yumuşaklık, müzik gibi sesler, çok mu zor?
Bir küçük değinmem de Diyanet İşleri Başkanlığına.
Diyanet İşleri Başkanlığı, yazımın ana konusu olan şiddet çeşidi ile ilgili olarak yaptığı açıklamada “İslam’a göre, bireylerin hem fiziksel hem de ruhsal olgunluğa erişmeden, aile kurmanın anlam ve sorumluluğunu idrak edecek rüşt yaşına gelmeden evlendirilmeleri söz konusu olamaz” dedi.
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bu açıklamasını “Bedensel uygunluk ve kişisel gelişim” şeklinde algılıyorum. Keşke, bir de uluslararası alanlarda, tıp ağırlıklı bilim insanlarınca belirlenen yaşı da ekleyebilseydi.
Bilim, olası alt sınıra değinerek, bazen kararı Tıp Bilimine bırakarak rakam söyler. Hem de en doğruyu söyler. Bilime dayanan uluslararası tüm sözleşmeler ve bildirgeler, 18 yaşın altındaki insanları “çocuk” diye tanımlar.
Böylesi veya benzeri konularda yargı da bilimsel belgelere ve raporlara göre hareket ederek karar verir.
Bu köşenin yazarı ve milyonlarca gönüllü; kötü örneklere karşın, kadın veya erkek farketmez, kocaman kocaman insanların neden olduğu çocuk yaşta evliliklerin, çocuk yaşta eşlerin, gelinlerin, damatların ve silahlı çocuk askerlerin bulunmadığı bir dünya için umutla çaba harcamayı sürdürüyor.
Haydi anneler, babalar, kadınlar, çocuklar, siyasetçiler, gazeteciler, emekliler, çalışanlar, işsizler, gönüllü kahramanlar haydi, bir daha böyle bir yazı yazılmasın.
Çocuklar hem bugünümüz, hem yarınımız, hem sonsuzluğumuzdur.
Sevgi ve şefkatle büyüsünler, gelişsinler, gülsünler, asla ağlamasınlar, korkmasınlar. Gençliğe ulaşınca, kendi kararlarını verebilsinler, danışabilecek ve destek isteyebilecek kadar bizlere güvensinler, inansınlar.
Bizler gibi gönüllüler, işte böyle temiz ve yeşil bir dünya için küçük küçük sevgi döşemeye, örmeye, güç ve can katmaya çalışıyoruz.
Ne mutlu yavru, çocuk, genç, erişkin, insan, hayvan, doğa demeden mutlu ve güvende yaşanacak bir dünyayı kurmaya katkı koyanlara, böyle bir dünyayı göreceklere, yaşayacaklara, yaşatacaklara, evet, ne mutlu yerin üstündeki meleklerden olanlara!