Otokrasi heveslisi popülist liderlerin yönetim biçiminin yeni adı Trumpizm oldu.Amerika Birleşik Devletlerinde son yaşanan olaylar iktidarda olmasına rağmen mızmız şikayetler savurarak “ben mağdur edildim” edebiyatı yapan, seçim kaybedince gururu incinen popülist bir politikacının yol açtığı korkunç bir felakettir. Neticede galeyana gelen kalabalık Kongre binasını işgal etmiş, kırmış dökmüş ve olaylar sonucunda dört can kaybı yaşanmıştır.

Otokrasi heveslisi popülist liderlerin yönetim biçiminin yeni adı Trumpizm oldu.Amerika Birleşik Devletlerinde son yaşanan olaylar iktidarda olmasına rağmen mızmız şikayetler savurarak “ben mağdur edildim” edebiyatı yapan, seçim kaybedince gururu incinen popülist bir politikacının yol açtığı korkunç bir felakettir. Neticede galeyana gelen kalabalık Kongre binasını işgal etmiş, kırmış dökmüş ve olaylar sonucunda dört can kaybı yaşanmıştır.

Can kaybının elbette bir telafisi mümkün değil, kırılan dökülen cam çerçeve, kapı pencere ise kısa sürede tamir edilebilir, lakin eminim ki bir çok kişi tarafından muz cumhuriyeti diye dalga geçilen, karizması ciddi bir biçimde çizilen Amerikan imajının düzelmesi aynı hız ve kolaylıkta olmayacaktır.

Hiç şüphesiz ki bugün Amerika Birleşik Devletleri dünyada ki en büyük askeri ve ekonomik güçtür. Uzunca bir zamandır Çin Halk Cumhuriyeti, Amerika Birleşik Devletlerinin askeri gücünü değilse de ekonomik statüsünü tehdit etmektedir. İki büyük güç arasındaki bu rekabet şu anda Çin lehine gelişmektedir, Çin ciddi bir ivme ile ekonomik gücünü arttırma yolunda ilerlerken, ABD yaşadığı çeşitli sorunlar yüzünden ivme kaybetmektedir.

Aslında Donald Trump’ı iktidara getiren de Amerika’nın sorunlarını çözeceği vaadi ve “Let’s make America great again” yani Amerika’yı yeniden büyük yapalım sloganı olmuştur.

Bu slogan ilk olarak 1979 yılında, Amerika Birleşik Devletleri yüksek işsizlik ve enflasyonun neden olduğu iç pazardaki kötüleşen ekonomiyle boğuşmaktayken ortaya çıkmış ve “Let’s Make America Great Again” sloganı Ronald Reagan’ın 1980 kampanya döneminde kullanılmıştı. Trump’ın 2016 başkanlık kampanyası öncesinde bu slogan, Ronald Reagan Başkanlığı dönemine ait bir referans olarak kullanılıyordu. Trump, 2016 seçim kampanyası için sloganın marka haklarını aldı ve kampanyası boyunca sloganı yoğun bir şekilde kullanarak yeniden popülerleşmesini sağladı.

Bu sloganın taşıdığı anlamı düşündüğümüzde Amerikalıların işlerin iyiye gitmediğini ve özellikle 2. Dünya savaşı sonrasında kazandıkları statü, güç ve refahı kaybetmekten korktukları anlaşılmaktadır.

İşte Trump popülist bir lider olarak bu korkuyu kullanmış, Amerikan halkının bir kısmına egemen olan kaybetme duygusunu körükleyerek iktidara gelmiş ve iktidarda kalmaya çalışmıştır. Amerika’nın kaybetmesinden Çin ve mültecileri sorumlu tutarak bunları düşman ilan etmiş, kendisine muhalefet eden herkesi terörist ilan ederek Amerika’yı ciddi miktarda kutuplaştırmıştı.

Çatışmacı ve kutuplaştırmacı söylemler otokrasi heveslisi popülist liderlerin en önemli silahıdır. Karşıya bir düşman koyar, yönettiğiniz ülkedeki her kötü şeyin arkasında bu düşmanın olduğunu iddia ederek karşı tarafı şeytanlaştırırsınız. Sonra da kendini tehdit altında hissederek korkan halkı kolaylıkla konsolide eder, saçma sapan politikalarınıza itiraz eden muhaliflerinizi de işbirlikçi olarak niteleyerek etkisizleştirir ve otoriter bir rejim tesis edersiniz.

Bu dediklerimi demokrasi bilinci ve demokratik kurumların yeterince gelişmediği ülkelerde yapmak oldukça kolaydır, lakin Amerika gibi kuruluşundan itibaren demokrasi ve milli egemenliğe dayalı bir cumhuriyet olan bir ülkede bunu yapmak kolay olmuyor. Trump’da tek bir dönemde boyunun ölçüsünü aldı ve Amerikan tarihinin en kötü şekilde hatırlanacak başkanı olmayı başardı. Yaşadığı derin hayal kırıklığı ve kaybetmenin verdiği hırs ile kitleleri galeyana getirmesi, taraftarlarını kongreyi işgale azmettirmesi ve insanların ölümüne yol açması muhtemelen sonucu hapishane olacak tam bir akıl tutulmasıdır.

Amerikan sistemi seçilmiş tiranların ortaya çıkmasını engelleyecek bir çok sağlam denge ve denetleme mekanizması ile donatılmış olduğu halde bile Trump gibi bir figürün başa gelmesi ve kolayca denetlenememesi dünyadaki tüm demokrasilere denge ve denetleme mekanizmalarının önemini bir kere daha hatırlatmıştır. (Bu söylediklerimi “kızım sana söylüyorum gelinim sen anla” olarak da değerlendirebilirsiniz.)

İşin açığı Rusya ya da Çin’de olduğu gibi denge ve denetleme mekanizmalarının olmadığı otoriter sistemler dünyamızın geleceği ve insanlık için tam bir kabustur. Bu sistemler ile yönetilen ülkelerin ekonomik ve askeri güçlerinin yükselmesi, insan hak ve özgürlükleri ile dünyanın güvenliği ve küresel refah açısından son derecede büyük bir tehdittir.

Evet biliyorum bir çok okuyucum Amerika’dan hiç de hoşlanmıyor, lakin emin olun Amerika’da yönetimin popülist bir otokrasi heveslisinin yahut da seçilmiş bir tiranın eline geçmesi tüm insanlık için bu günü bile aratır ekonomik ve askeri tehditler doğuracaktır. Dünyanın ekonomik ikliminin bu en büyük aktörün davranışlarından radikal bir şekilde etkilenmesi bir yana, nükleer düğmenin üzerindeki parmağın sahibinin kim olduğu inanın bana çok ama çok önemlidir…