İlerici, çağdaş sanatçıların ve edebiyatçıların eserlerini zor koşullarda ürettiği bir toplumda, edebiyat ve sanatseverlerle buluşturması da...

İlerici, çağdaş sanatçıların ve edebiyatçıların eserlerini zor koşullarda ürettiği bir toplumda, edebiyat ve sanatseverlerle buluşturması da o denli zor oluyor. Bunlara ekonomik yetersizlikleri de eklersek sorun daha da katmerleşiyor. Yaşar Kemal’de bu olumsuzluklardan payını alan edebiyatçılarımızdandır. Buna rağmen çok şey üretmiştir.

Yaşar Kemal, yaşadığı ve ürettiği süre içinde, doğaya ve tüm canlılara bir bütün olarak bakmış, insanların haklı mücadelelerinde yanında dururken, doğanın, hayvanın, toprağın ve suyun da korunması için çaba göstermiştir. Ürettiği eserlerine baktığımızda bunu çok net olarak görürüz.

Yaşar Kemal 25 Şubat, 2015 yılında aramızdan ayrılırken, geride onlarca dile çevrilen ve milyonlarca insanın okuduğu eserler bırakmıştır. Bunlar, edebi eser olmanın dışında, bilimsel çalışmalara da kaynaklık eden, doğadaki zenginlikleri anlatan metinlerdir. Yaşar Kemal eserlerini okurken, betimlemeler sizi öylesine içine çeker ki, çakırdikenlerinin ayağınıza battığını, binbir çeşit meyve bahçelerinde ağzınızın sulandığını, dağlarda gezerken kekik, yarpuz ve daha nice farklı kokuları hissedersiniz, kulaklarınızda kınalı kekliklerin sesi yankılanır.

Yaşar Kemal eserlerini okurken, kaç milyon emekçi, Çukurova’da çalışan emekçilerin alın terini alnında hisseti. Topal Ali, İnce Memed’in izini sürerken kaç milyon yürek ritmini değiştirdi. Kaç milyon insan, ertesi günün yaşam gailesini düşünmeden uykusunu feda etti bilemeyiz.

Kesin bildiğimiz bir şey var. Bu dünyadan Yaşar Kemal diye bir yazar, az bilinse de bir şair daha da önemlisi bir “insan” geçti. Bizlere mücadelenin, doğayla barışık, doğaya dost bir yaşamın nasıl olması gerektiğini bizzat yaşayarak ve kalemiyle yüreklerimize kazıyarak…

Böylesi eserler bırakarak aramızdan ayrılan Yaşar Kemal’in izini süren, edebi olduğu kadar bilimsel yanını da gelecek kuşaklara miras bırakmak çabasında olan, Ali A. Dönmez; “Toprağı Dinle Suyu Anla: Yaşar Kemal Eserlerinde Biyoçeştlilik” isimli, Biyoloji lisans öğrencileriyle yaptığı çalışmada, deyim yerindeyse kılı kırk yararak ve yıllarca süren emekle bir kitap ortaya çıkarmıştır.

Dönmez kitabın ön sözünde, gerek kitabın içeriğini gerekse Yaşar Kemal’i öyle içtenlikle ve somut olarak kaleme almış ki bana da noktasına virgülüne dokunmada buraya aktarmak düştü.

“Türkiye, sahip olduğu biyolojik çeşitlilik ve farklı habitat özellikleriyle milyonlarca yıl öncesine dayanan jeolojik geçmişi sayesinde yeryüzündeki olağanüstü doğa alanlarından biridir. Ülkemizdeki eşsiz yaşam ve doğa tarihi yüzyıllardan beri araştırılmakta, bu topraklarda yaşamış onlarca uygarlığın yarattığı kültürlerle yazılı ve sözlü eserler olarak geleceğe bırakıl-maya çalışılmaktadır.

Üzerinde yaşadığımız topraklarda, Homeros destanlarından Dioskorides’in De Materia Medica’sına kadar çok sayıda eser yaratılmış; bu coğrafyanın doğa, yaşam ve insan kültürüne ilişkin bilgiler zenginleşerek günümüze kadar gelmiştir. Doğanın ve canlılığın daha yakından tanınmasıyla doğal kaynaklar ve biyolojik çeşitlilik bileşenlerinin kullanımı artmış, zamanla hızlanmış, günümüzdeyse sömürme ve yok etme düzeyine ulaşmıştır.

Milyarlarca yıllık zamanın ve değişimin ürünü olan üzerinde yaşadığımız biyosferin korunması, bu yüzyılın en temel ve can alıcı sorunudur. Biyosferin tahribatı ile yok oluş sorununu fark etmek ve bunun insanlığın kendi geleceğini kurtarmak ile özdeş olduğunu anlamak ancak bilimsel araştırmalar ile mümkün olabilmiştir. Yeryüzünde yaşamın korunması, salt akademik ve yönetsel sorun olmanın ötesinde, insanlığın ortak bilinci ve hedefi olmaya başlamıştır. Bu bilincin yükseltilmesi ve uygulamaya konulması, kendini tüm canlıların üstünde gören, oysa gerçekte bu sorunun nedeni olan insanoğlunun kaçınılmaz görevidir.

Biyolojik, kültürel ve yaşam tarihi bakımından yeryüzünün olağanüstü yerlerinden biri olan Türkiye coğrafyasında, Yaşar Kemal eserlerinin doğayı tanıma, sevme ve koruma bilincinin oluşmasında özgün bir değeri vardır. Çocuk ve ergenlik yıllarını Çukurova’da geçiren yazar, toprağın kokusunu, suyun aydınlığını, bitkinin ve böceğin binbir çeşidini aklına kazımış; ay ışığında binbir renge bürünen Ceyhan suyunu, gölcüklerinde balıkların oynaştığı pırıl pırıl Savrun Çayı’nı ruhuna işlemiş; kayalıklarda rüzgârın uğultusunu, koyaklara saklanmış arı hevenglerini, ovayı kavuran yaz sıcağını, toprağı çatlatan kuru ayazı iliklerine kadar hissetmiştir. Kendisini Abidin ve Güzin Dino, Azra Erhat ile Pertev Naili Boratav gibi dönemin aydınlarının sanat ve kültür deryasına salan yazar, sonsuz bir susamışlık ve azim ile Türkiye’nin her yerine; insanı, doğayı, yaşamı anlatmak için ömür boyu kulaç atmıştır. Gözlem, öğrenme ve sorgulamayla geçen yaşamında biriktirdiklerini, kütüphanelerde mayalayan yazar, eserlerinin özüne; toprağı, suyu, gökyüzünü, bitkiyi, böceği, … rengiyle, kokusuyla, tadıyla, dokunuşuyla, bazen de beş duyunun sınırlarını zorlayarak tanımayı ve sevmeyi koymuştur. Ulusların, biyoçeşitliliği tanıma ve koruma çabalarına büyük yatırımlar yaptığı günümüzde, Yaşar Kemal kitapları yazın eserleri olmanın ötesinde Türkiye’nin biyoçeşitliliğini tanıma, koruma ve sevdirmede insanlığa sunulmuş anne memesinden süt, kulağına fısıldanan ninni gibidir.

Hapishaneye düşmüş Neşet Ertaş’a gönderdiği kitaba “Bozkırın tezenesine geçmiş olsun.” yazan Yaşar Kemal’in kendisi de bu coğrafyada toprağın, suyun, rüzgârın, bitkinin, hayvanın sesi olmuştur. Eserlerinde yaşamın binbir rengini, kokusunu, dokusunu yansıtırken aynı zaman-da Türkçe’nin de en bereketli yazarlarındandır. Korkunun yerini sevgi, boş inancın yerini bilginin aldığı; doğayı inceleme, tanıma ve koruma bilincinin mayalandığı Yaşar Kemal eserlerini çözümlemek, bilimsel bilgiyle harmanlayarak, yeni araştırmalara kapı açmak, bu çalışmayı yapan biyologlar için keyifli bir görevdi. Nedeni, nasılı ve işleyişi için okumaya devam…”

Ben de yazın, edebiyat ve bilim alanlarında; üreten, emek veren tüm insanlara teşekkür ederken, Yaşar Kemal’in anısına ve emeğine saygıyla… Bir özlü sözü ve bir şiiriyle yazımı bitirirken okumaya devam diyorum…

“Benim için dünya bin çiçekli bir kültür bahçesidir; bir çiçeğin bile yok olmasını, dünya için büyük bir kayıp sayarım”

HANNAYA ŞİİRLER

-I-

Dört bulut salıverdim gökyüzüne

Gökyüzünün en yücesine, ucuna

Biri turuncu, biri yeşil, biri al, birisi apak

Dört top bulut yolladım gökyüzünün en ucuna

Dört top ışıktan, koskocaman

Turuncusuna sevgi yükledim

Yeşiline dostluk

Arkadaşlık yükledim alına arkadaşlık

Apak buluta barış yükledim,

Ne kadar çok özlemişsek barışı o kadar çok

Gidin dedim bulutlarım yeryüzünün üstüne

Yağın dedim bulutlarım yeryüzüne

Yağmadık hiçbir yer bırakmayın, hiçbir yer,

hiçbir yer

Ama hiçbir yer, hiçbir yürek, hiçbir göz,

hiçbir kulak

Hiçbir ova, hiçbir çiçek bırakmayın

Her yere, her yere, her yere yağın,

Yağın ha yağın,

Yağın ha yağın, yağın ha yağın

Yağın ha yağın ha yağın

Yağın insan yüreklerine.

Yaşar Kemal/1973, İsveç