Bütün dünyada hükümetler ve özellikle de ekonomi yönetimleri çok zor bir ikilem ile karşı karşıya kalmış bulunmaktadırlar.

Bütün dünyada hükümetler ve özellikle de ekonomi yönetimleri çok zor bir ikilem ile karşı karşıya kalmış bulunmaktadırlar.

İlk olarak 2019 yılında tespit edilen ve 2020 yılının ilk günlerinde birden bire küresel ölçekte bir pandemiye dönüşen Covid 19 salgını yüzünden hemen her ülke sosyal ve ekonomik sorunları engelleyebilmek için bir takım önlemler almak zorunda kaldı.

Bu salgın 1918 senesinde görülen İspanyol Gribi salgınından bu yana görülen en yaygın ve öldürücü salgın oldu. Alınan bütün önlemlere rağmen bu salgın sonucunda dünya genelinde en az 500 milyon insan hastalandı ve 6,2 milyon insan hayatını kaybetti. Türkiye’de de 15 milyon kişi bu hastalığa yakalandı ve yaklaşık 100 bin kişi yaşamını yitirdi.

Salgını bastırabilmek için dünya genelinde çok kapsamlı karantina önlemleri alındı birçok ülke son derecede uzun ve ciddi kapanma dönemleri yaşadı.

Alınan bu önlemler elbette hem ekonomik ve hem de sosyal yaşamı derinden etkiledi, birçok siyasi kriz yaşandı. Ekonomik ve sosyal krizlerin daha da derinleşmesini engelleyebilmek, şirketlerin iflasını, kişilerin işsiz ve gelirsiz kalmasını engelleyebilmek amacıyla devletler çok büyük hibeler dağıttılar, birçok vergiyi almaktan vazgeçtiler ve çok ciddi bir kredi genişlemesine gittiler.

Ultra genişlemeci para ve maliye politikaları olarak tanımlanan tüm bu tedbirler sonucunda piyasalar adeta paraya boğuldu. Deyim yerindeyse helikopter ile dağıtılan bu devasa miktardaki para sonucunda ortaya enflasyonist baskıların çıkmaması mümkün değildi.

Salgının ilk dönemlerinde çöken arz talep dengeleri enflasyonun hemen ortaya çıkmasını önledi ve lakin aşının bulunmasıyla birlikte salgının etkileri zayıfladı kitleler tekrar hareket etmeye, ekonomik yaşama dâhil olmaya, tüketmeye ve üretmeye başladılar. Hareket başlar başlamaz da enflasyon zıpladı, aldı başını gitti, en gelişmiş ülkelerde bile bir anda kontrolden çıkıverdi.

Bu noktada hükümetlerin önünde iki seçenek var:

  1. Enflasyonu durduracak önlemleri bir an önce almak, faizleri yükseltmek, varlık alımlarına son vermek ve dolaşımdaki fazla parayı hızla geri çekmek ve bir resesyon yani durgunluk riskine katlanmak.
  1. Resesyon yani durgunluk ile beraber muhakkak gelecek zincirleme iflaslar, ekonomik daralma ve işsizlik gibi olayları engelleyebilmek adına bir miktar enflasyona razı olmak çözümü zamana yaymak.

Benim tahminin hükümetler ve ekonomi yönetimleri ne kadar şahin bir tonda konuşuyor olsalar da piyasalarda yeni bir krize yol açmaktan çekinecekleri, enflasyonu zamana yayarak kontrol altına almak isteyecekleri yönünde. Çünkü zincirleme iflas riski enflasyondan çok daha büyük bir risk olarak ortada durmaktadır.

Durum zaten böyleyken birde Rusya’nın Ukrayna’ya saldırması ile başlayan savaş işleri daha da içinden çıkılmaz bir hale getirmiş, emtia fiyatlarını daha da yukarı çekip tedarik zincirinde yeni bir aksamaya neden olmuştur.

Arz yönlü bu yeni risk Rusya’nın temerrüde düşmesi ile kolaylıkla yeni bir finansal kriz dalgasına da sebep olabilecektir. Çin’in pozisyonu da hala netleşmemiş bulunmaktadır olası bir Çin Rus ittifakı işleri büsbütün çığından çıkarabilecektir.

Bütün bu koşullar altında önüne kırk satır mı, kırk katır mı ikilemi gelen hükümetlerin işi gerçekten de hiç kolay değildir.

Önümüzdeki dönemde döviz, altın, kripto para, emtia fiyatları, gayrimenkul değerleri ve borsalar doğal olarak hükümetlerin yapacağı bu tercihler sonucunda belirlenecektir.