Hüseyin Cahit Yalçın Osmanlı Devleti’nden Cumhuriyet’e “dört devri” yaşamış bir edebiyatçı, bir gazeteci, bir politikacıdır. Hüseyin Cahit 1901-1908 yıllarında İstanbul’da Vefa ve Mercan idâdîlerinde öğretmenlik ve idarecilik yapmış, II. Abdülhamid’in mutlakıyet dönemini yaşamıştır.
Hüseyin Cahit Yalçın Osmanlı Devleti’nden Cumhuriyet’e “dört devri” yaşamış bir edebiyatçı, bir gazeteci, bir politikacıdır.
Hüseyin Cahit 1901-1908 yıllarında İstanbul’da Vefa ve Mercan idâdîlerinde öğretmenlik ve idarecilik yapmış, II. Abdülhamid’in mutlakıyet dönemini yaşamıştır.
1908’den sonra II. Meşrutiyet döneminde Tanin gazetesinde ismini duyurdu. İyi bir İttihatçı olarak Osmanlı Meclis-i Meb’ûsân’ına İstanbul vekili olarak girmiş, meşrutiyet dönemini yaşamıştır.
1919- 1921 arasında Malta adasında sürgün yaşadı. Tekrar Tanin’i çıkarmaya başladı. Artık rejim Cumhuriyet’ti ama Tek Parti Dönemi idi. Ama o İttihatçı bir kadroda yetişmişti ve İttihatçıları savunmaya devam etti. Üç defa İstiklâl Mahkemeleri hâkimlerinin asık suratlarını görmek zorunda kaldı (Ömer Faruk Huyugüzel, “Yalçın, Hüseyin Cahit”, DİA, 43, İstanbul 2013, s. 300).
İstiklal Mahkemeleri’ne verilen geniş yetkiler içerisinde birisinin “vatan haini” olarak suçlanabilmesi çok da zor bir şey değildi. Bozgunculuk yapmak suçlaması bile yeterli idi (Taha Akyol, Atatürk’ün İhtilal Hukuku, s. 110). Hüseyin Cahit, 19 Ekim 1922 tarihli Tanin’de Gazi Paşa’yı kast ederek “bir tek adamın dehasına bir millet meclisinin kurulları elbette tercih edilir” diye yazmakla (T. Akyol, s. 335) elbette bozgunculuk yapmış oluyordu. Aynı şekilde 29 Ekim 1923’te Cumhuriyet ilanının “amiyâne tabirle sıkboğaz edildiğini” yazması da bozgunculuktu. Hele 2 Kasım 1923 tarihli Tanin’deki yazısında bu sıkboğaz etmenin ardında “Cumhuriyet reisinin aynı zamanda “fırka reisi” olabilmesini ve istendiğinde meclise başkanlık edebilmesini sağlamak” gibi gizli bir maksat araması affedilecek bir şey değildi. Ve affedilmedi de.
1924 yılında halifeliğin kaldırılması konusu gündeme geldiğinde Hintli Müslüman liderleri Ağa Han ve Emir Ali, İsmet Paşa’ya bir mektup yazarak hilafetin güçlendirilmesini istemişlerdi. Hüseyin Cahit bu mektubu yayınladığı için Ahmed Cevdet ve Velid Ebuzziya ile birlikte İstiklal Mahkemesi’nde yargılandı (İpek Çalışlar, Mustafa Kemal Atatürk, YKY, İstanbul 2018, s. 408). Sebep olarak yazılan mektubun henüz İsmet Paşa’nın eline geçmeden İstanbul’da 24 Kasım’da Tanin’de yayınlanmış olması gibi gösterilse esas sebep halifeliğin kaldırılması için Ankara’nın karar vermiş olması idi (Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam, III, 37. Bs., Remzi Kitabevi, İstanbul 2020, s. 156).
1925 yılı Mayıs ayında “müebbet” hapis cezasına mahkûm oldu. Suçu ise Tanin gazetesinin “Terakkiperver Fırka Basıldı” manşeti ile çıkmış olması idi. O zamanki Basın Kanunu’nun 32 maddesi “gazete yazıları hakkında 3 ay geçtikten sonra dava açılamaz” demesine rağmen Hüseyin Cahit aynı kanunun 17. Maddesi uyarınca müebbet sürgün cezasına çarptırıldı. Oysa manşeti atan gazetenin bir çalışanı idi. Hüseyin Cahit’in ise gazete sahibi olarak bir sorumluluğu yoktu. Takrir-i Sükûn Kanunu geriye doğru işletilmiş ve Hüseyin Cahit “Lozan’dan beri izlediği yayın politikasından dolayı” suçlu bulunmuştu. Burada Hüseyin Cahit’in mahkeme başkanı Kel Ali’ye söylediği şu söz tarihe geçecektir:
“Böyle bir muhakemede ben hâkim olmaktansa mahkûm vaziyetinde bulunmayı tercih ederim”. İşte bu söz mahkeme tarafından “ağırlaştırıcı sebep” sayılmış ve “Çorum’da müebbet sürgüne” mahkûm edilmiştir (T. Akyol, s.476- 477).
Müebbet ile mahkum Hüseyin Cahit, Çorum hapishanesinde 1 yıl yattı ve uslandığına kanaat getirildiği için “ceza kanununda” değişiklik yapılarak “cezasını tamamlamış” sayıldı. Gerçekten bu bir yıllık hapis, ülkenin doğrularını görmesi için yetmişti! Aynı zamanda Şark İstiklal Mahkemesi’nde yargılanan V. Ebuzziya, A. E. Yalman gibi gazeteciler için de iyi bir gözdağı olmuştu.
Hüseyin Cahit İstanbul’a döndü ve 1938 yılı sonuna kadar bir daha siyasete hiç bulaşmadı. Ama ne olursa olsun artık bir sabıkalı idi. Bu yüzden uslanmış olsa da kendisine hiçbir resmî görev verilmedi. “Birinci Dil Kurultayı’nda ılımlı yorumu devrimci ruhla bağdaşmamış, rahatlık içinde almakta olduğu son aylıklı işi de elinden kaçırmıştır. Milli Eğitim hizmetine İstanbul’da devam etme dileği karşılıksız bırakılmıştır. İç siyasa yaşamına karışamamakta, bir köşedeki gururlu yalnızlığıyla yalnızca kalem emeğine kalmaktadır” (Hüseyin Cahit Yalçın, Siyasal Anılar, Hazırlayan: Rauf Mutluay, İŞ Bankası Yayınları, İstanbul 1976, s. X). Bu dönemde Fikir Hareketleri dergisini çıkararak geçimini sağlamaya çalıştı.
1938 yılında Cumhurbaşkanı seçilen İnönü ile yaptığı görüşme olumlu netice verdi. Çorum’dan İstanbul’a dönerken İsmet Paşa’ya uğramış ve ondan şu talimatı almıştı: “. Artık geçmiş silinmiştir; istediğiniz gibi çalışabilirsiniz, hiçbir düşmanlığa uğramazsınız…”( Yalçın, Siyasal Anılar, s. X). Nitekim öyle de oldu. Hüseyin Cahit yeniden TBMM’nin saygın bir üyesi olarak Çankırı, İstanbul ve Kars illerinden milletvekili seçildi. Aslında Tek Parti Dönemi olduğu için hangi şehirden aday olduğunun pek de önemi yoktu. Parti listesinden aday gösterilmesi seçilmesi için yeterli idi.
Politikada sesini duyurabilmek için Tanin ve Ulus gazetelerinde yazmaya başladı. Ama bu sefer artık iktidarı değil, çiçeği burnundaki muhalefet partisi Demokrat Parti’yi eleştirmekteydi.
1950 seçimlerinde Demokrat Parti “açık oy, gizli tasnif” oyununu bozarak açık ara ile iktidar koltuğuna oturdu. Artık çok partili demokrasi dönemi idi. DP iktidar koltuğuna oturmasına oturmuştu ama karşısında Hüseyin Cahit Yalçın, Yunus Nadi, Yakup Kadri, Çetin Altan gibi dişli gazeteciler vardı. Asker ve yargı kendisine oldukça mesafeliydi.
DP aleyhinde çok sert yazılar yazan Hüseyin Cahit bu sefer de yeni iktidarın hışmına uğradı. 1954 yılı Aralık ayında 26 ay hapse mahkûm olduğunda 79 yaşında idi. Ancak Demokrat Parti iktidar olsa da “muktedir” değildi. Muhalif basın çok güçlü idi. Öyle bir gürültü çıkarıldı ki 26 aylık mahkûmiyeti 3,5 ay sonra bitirmek zorunda kaldılar. 79 yaşında bir insanın hapishane köşelerinde sürünmesine sağlık şartları izin vermiyordu. Hüseyin Cahit artık hür bir insandı. Muhalif yazılar yazmaya devam etti.
Ancak 79 yaşındaki bu ihtiyar-delikanlının Demokrat Parti ile hesaplaşması bitmemişti. Yaşlılıktan dolayı hapisten çıkarıldı ama Meclis’e girmesinde bir sakınca yoktu. 1957 seçimlerinde yeniden adaylığını koydu. Ancak seçimlere çok kısa bir süre kalmışken 18 Ekim 1957’de zatürreye yenik düştü ve 82 yaşında hayata veda etti.
Hüseyin Cahit, sanki muhalefet etmek için yaratılmıştı. Tek Parti döneminde muhalifti, İstiklal Mahkemeleri’nde süründü. Çok Parti döneminde bu sefer Demokrat Parti’nin muhalifi idi. İleri yaşta olmasına rağmen yine hapishaneye düştü. İktidarlara karşı olmak belki de gazeteciliğin temel şartlarından birisi idi. İktidardan yana görünmek bir gazeteciye puan kayıp ettiriyordu. Ama en büyük mağduriyetleri her halde Tek Parti döneminde yaşamasına rağmen tecrübeli politikacı İnönü’nün politik zekâsı sayesinde gönlü alındı ve yeniden ikbal sahibi oldu. Türk politik tarihinin saygın bir kişisi olarak tarihte yerini aldı.