İklim kelimesi son zamanlarda kaos içerisinde duyduğumuz bir kelime haline geldi. Eskiden böyle değildi. Eskiden kış kendini bilir karını yağdırır ve geçerdi. Yazları da öyleydi. Bahar geldi mi yağmuru yağar Haziran’da başlayan sıcaklar Eylül’de biterdi.

İklim kelimesi son zamanlarda kaos içerisinde duyduğumuz bir kelime haline geldi. Eskiden böyle değildi. Eskiden kış kendini bilir karını yağdırır ve geçerdi. Yazları da öyleydi. Bahar geldi mi yağmuru yağar Haziran’da başlayan sıcaklar Eylül’de biterdi.

Şimdilerde yaz da kış da vesikaya bağlandı. Kimin ne zaman ne kadar geleceği meçhule karıştı. Yağışlar da sıcaklar da bir gaip.

Ekonomiden yana zaten yüzü gülmeyen, ürettiğinin karşılığını bir türlü alamayan çiftçi iki seneye bir bir de kuraklık belasının fragmanını yaşıyor. Bunun için acil tedbir alınması ve başta tarım politikalarının değiştirilmesi gerekiyor evet ama doğru çalışmalar yapılıyor mu?

Bence hayır…

Bu durum sadece Türkiye için geçerli değil. Sanayileşen dünya yavaş yavaş zarar verdiği doğanın kestiği cezanın farkına varmaya başladı. Yıllardır konuşulan hava kirliliği, su kaynaklarının doğru kullanımı vs. gibi konuların artık şaşkın biçimde farkına varır duruma gelmiş durumda.

Peki bu saatten sonra topa basmak yeter mi? Doğru bir manevra iyi bir atakla bu maç buradan döner mi?

Uzmanlara göre bunun için uzunca bir süre geç kaldık. Fakat sizleri pandemi dönemine şöyle bir yolculuğa çağırıyorum. O insanoğlunun evinde kapalı kalıp doğanın yakasını bıraktığı kısa süreci hatırlayın. O süreçte bile Venedik kanalında balıkları, asfaltlarda inatla çıkan çiçekleri gördük. Tertemiz havayı yemyeşil şehirleri…Kısacası ya bizim gitmemizi bekleyecek bu doğa çatılardan güllerin açması için ya da biz bu doğaya boynumuzu eğip o betonlara çiçekleri biz dikeceğiz. Karar hepimizin…