Prof. Dr. Mehmet TUNÇER Korumada Uzman Şehir ve Bölge Yüksek Plancısı “ Ankara, uzun tarihinin şaşırtıcı...
“ Ankara, uzun tarihinin şaşırtıcı terkipleriyle doludur. Asırlar içinde uğradığı istilalar, üst üste yangınlar ve yağmalar, şehirde geçmiş zamanların pek az eserini bırakmıştır. Acayip bir karışıklık içinde bu tarih daima insanın gözü önündedir. Türk kültürünün kendinden evvel gelmiş medeniyetlerden kalan şeylerle bu kadar canlı surette rastgele karıştığı, haşır neşir olduğu pek az yer vardır… “
TANPINAR, A. H. , “Beş Şehir”, 1946.
Başkent Ankara; 20. Yüzyıl başlarında Cumhuriyet öncesinde yanmış, yıkılmış, perişan bir bozkır kasabasıydı. 1881 tarihinde çıkan bir yangın ile Yukarı Yüz denilen Atpazarı’nda, Mahmud Paşa Bedesteni, Kurşunlu Han ve çevresindeki irili ufaklı hanlar ve ticari sokaklar, mekanlar yanarak ekonomik çöküntü ve yıkım yaratmıştı.
15. YÜZYILIN ANGORA’DAKİ EN ÖNEMLİ TİCARİ YAPISI MAHMUT PAŞA BEDESTENİ, MERKEZİN DEĞİŞEN YAPISI İÇİNDE 19. YÜZYIL SONUNDA İŞLEVİNİ BU ŞEKİLDE BÜTÜNÜYLE KAYBETMİŞTİR.
“SOF” üretimi, iklim özelliklerinin Angora keçisi üzerindeki olumlu etkileri, olayısıyla tiftiğinin yüksek kalitesi gibi etmenlerle şehri belirleyen başlıca üretimlerden biri olarak yüzyıllarca devam etmiştir. Angora, 1850’lere kadar bölgenin üretim ve ticaret merkezi niteliğini korumuştur. Bunda en önemli pay da geleneksel tiftik üretimi ve tiftikten yapılan şal ve sof gibi çeşitli dokumalardır. 17. Yüzyıla kadar Angora’da “sof” üreten 1000 kadar tezgah olduğu, bu özelliği ile Angora’nın o dönemlerin en önemli ticaret merkezi olduğu bilinmektedir. Sicillerde geçen adlardan da anlaşılacağı gibi, Ankara’da da diğer Osmanlı-Türk şehirlerinde olduğu gibi, her esnaf ayrı bir çarşı ya da sokakta yer almaktaydı.
ANKARA KEÇİSİ (Antique Print-ANGORA GOAT-Thornton-1782)
1711 Gravüründe Angora
Yüzyıllarca Angora’nın en etkileyici kesimi tarih içinde olduğu gibi “KALE” dir. Kale dışında şehir iki bölümden oluşmuştur. Bu dönemde, Kale ve şehrin en eski kesimleri olan Bedesten, Hanlar Bölgesi ve Uzun Çarşı’nın bir kısmı “YUKARI YÜZ”, bugünkü Anafartalar Caddesi’nin altında kalan ve Hacı Bayram Camii’nden Karacabey Külliyesi’ne kadar uzanan kısım ise “AŞAĞI YÜZ” olarak isimlendirilmiştir.
16. yüzyılın başlarından itibaren, Celali Saldırılarına karşı şehri savunmak amacıyla, şehir sakinlerinin de katılımıyla inşa edilmiş bir “ÜÇÜNCÜ SUR” un varlığı, gravürlerden, bu dönem Şer’iye Sicilleri incelendiğinde ve seyyahların anlattıkları sonucunda kesin olarak bilinmektedir.
Fransız doğa bilimci Joseph Pitton de Tournefort’un, “Relation d’un voyage du Levant, fait par ordre du Roy…” isimli 1717 tarihli eserde “Angora Gravürü”, tüm zamanların bilinen en eski ve en güzel gravürdür.
1701’de Ankara’dan geçen Fransız hekim ve botanikçi Tournefort’un 1711 tarihinde çizdiği Angora Gravürü, kenti dönemindeki yapılarla birlikte tanıtmak bakımından önceki çalışmalardan daha önemlidir.
TOURNEFORT’UN ANGORA GRAVÜRÜ
“Günümüzdeki evler kerpiçten yapılmış olsa da duvarlarda çok güzel mermer parçaları da kullanılmış. Kentin surları alçak ve harap mazgallarla son buluyor, ne var ki, surlarda, özellikle de kulelerde ve kapılarda, hiçbir ayırım yapılmaksızın, duvarcılık malzemeleriyle yan yana kullanılmış sütunlar, baştabanlar, sütun başlıkları, sütun kaideleri ve diğer antik parçalar var; bununla birlikte kuleler ve kapılar güzel değil: Kuleler kare planlı, kapılarsa çok basit. Yazıtların bulunduğu yanda birçok mermer parçası kullanılmış olmasına karşın, çoğu Yunanca, bazılarıysa Latince, Arapça ya da Türkçe olan yazıtlar hala okunabiliyor….”
Tournefort Seyahatnamesi”, 2013, S.229.
Bu yazıda yüzyıllarca öncesine gidip elimizde çok az görsel bilgi ve belge olan dönemlere kısaca baktık. Bir sonraki yazımda Ankara’nın ilk yağlıboya tablosunu ve bize anlattıklarını ele alacağım.
Saygılarımla…