Ne yazık ki memlekette bütün işler “saldım çayıra Mevlam kayıra” kıvamında gidiyor…Beş maske dağıtıp, bir aşı vuramayan iktidar rasyonel aklı kullanmak ve bilimsel yöntemleri uygulamak yerine politika ve algı operasyonları ile meşgul olunca salgında Avrupa birincisi olduk…
Ne yazık ki memlekette bütün işler “saldım çayıra Mevlam kayıra” kıvamında gidiyor…Beş maske dağıtıp, bir aşı vuramayan iktidar rasyonel aklı kullanmak ve bilimsel yöntemleri uygulamak yerine politika ve algı operasyonları ile meşgul olunca salgında Avrupa birincisi olduk…
Aslında haklarını yemeyelim; sadece Avrupa birincisi de değiliz, nüfusa orantılanınca resmen dünya birinciliği de bizde bulunuyor.
Lebalep kongreler, zamansız gevşeme, terk edilen önlemler ve bütün uzman uyarılarına rağmen yapılmayan 28 günlük tam kapanma, yani karantina…
Sonuç bir günde 54 – 55 bin yeni vaka, 276 ölüm….
Elbette bu resmen tespit edilebilen sayılar, iktidarın vaka ve ölüm sayılarında şeffaf olmadığı, bir çok salgın kaynaklı ölümü Covid-19 kaynaklı olarak kayda almadığı da söyleniyor…
Sağlık krizinde durum böyle de ülkede diğer işler tıkırında, normal seyrinde mi gidiyor?
Elbette hayır ekonomik kriz vatandaşlarımızı ve işletmelerimizi perişan ediyor. ENAG verilerine göre aylık enflasyon yüzde 3,36 seviyesinde. ENAGrup günlük enflasyon verileri ile oluşturulan; Eylül 2020 – Mart 2021 döneminde, E-TÜFE yüzde 27.89 oranında artmış bulunuyor. Bu sadece 7 aylık enflasyon, bu trend devam ederse yıllık enflasyonun yüzde 40’lı seviyelerde gerçekleşmesi hiç şaşırtıcı olmayacaktır. Zaten TÜİK tarafından hesaplanan yıllık enflasyon bile yüzde 16,19 seviyesinde değil mi? Ekonomide işsizlik ve enflasyon artıyor, büyüme azalıyor…
Ekonominin durumunu her gün yazıyoruz, çiziyoruz anlatıyoruz. Ekonomi ve sağlık krizini yönetmekte başarısız olan AKP iktidarı diğer alanlarda başarılı mı?
Elbette değil, baksanıza üç beş tarikat, cemaat ehlinin takıntıları yüzünden bir kalemde İstanbul Sözleşmesinden çıkıp, Türkiye’yi cümle aleme rezil rüsva ettiler. Dünya kamuoyunun gözünde Türkiye artık kadın ve çocuklara karşı aile içi şiddete duyarsız Orta Doğu’nun kabile devletleri ile aynı kategoride değerlendiriliyor.
Sadece bu mu?
Elbette değil, örneğin Montrö gibi Türkiye’nin uluslararası bir su yolu olan Türk Boğazlarında egemenlik haklarını kuran ve tanımlayan çok önemli bir sözleşmeyi bile üç beş aklı evvel muhafazakarın yarım yamalak bilgisi ile masaya yatırıp eleştirmekten, Lozan ve Montrö gibi kurucu belgeleri bu kesimi mutlu etmek için işportaya çıkarmaya kalkmaktan çekinmiyorlar…
Örneğin Montrö ya da Lozan anlaşması kaldırılırsa yerine neyin ve hangi koşulların geleceği konusunda bir öngörüleri var mı? Türk Dışişlerinin yetişmiş uzmanlarını “Monşerler” olarak niteleyip, biz daha iyi biliriz diye atadıkları parti, tarikat, cemaat mensubu kişilerin Türkiye’nin uluslararası ilişkilerini ne hale getirdiği ortada değil mi?
Bu ekip aynı anda hem ABD, hem AB, hem Rusya ve hem de Arap Birliği ile papaz olup, herkesle davalık duruma düşmeyi becermedi mi?
İlişkilerimizin iyi olduğu tek bir komşu ülke kaldı mı?
Bakınız bu ekibin Osmanlı sevdası ve cumhuriyet düşmanlığı malum, Osmanlıcılık sevdası ile Cumhuriyet’in kurucu belgeleri olan Lozan ve Montrö gibi anlaşmaları nasıl eleştirdiklerini de hepimiz biliyoruz. Bir anlaşma eleştirilemez ve değiştirilemez mi? Elbette hayır, her anlaşma eleştirilebilir ve gerekli koşullar oluşursa değiştirilebilir de, lakin bu konu ikide bir iç politikada bir takım seçmene selam vermek için bu kadar gayrı ciddi bir şekilde masaya getirilemez…
Bunlar ciddi işlerdir, bu anlaşmalar ile kazanılan haklar uzun yıllar boyunca çekilen acılar ve dökülen kanlar sayesinde elde edilebilmiştir. Bu kazanımları politikacıların günlük siyasette malzeme olarak kullanması son derecede sakıncalıdır.
Örnek Montrö sözleşmesi başta Rusya olmak üzere Karadeniz’de kıyısı bulunan bütün ülkeler için son derecede stratejik konularda kurallar koymaktadır. Bu anlaşma sayesinde Karadeniz’den açık denizlere ulaşım 1936 yılından beri Türkiye Cumhuriyeti’nin egemenliği altında, son derecede sağlıklı bir şekilde işlemektedir.
Montrö sözleşmesi ile Türkiye’ye Türk Boğazları’ndan geçen gemilerden Net Ton başına 0,17 gr saf altın karşılığı kadar ücret alma hakkı da tanınmıştır. Türkiye gördüğü lüzum üzerine olmalı ki bu hakkından önemli ölçüde feragat etmekte ve bahse konu geçiş ücretlerini küsurat düzeyinde almaktadır. Bu feragatin arkasında Rusya tarafından uygulanan baskının olduğu hep söylene gelmiştir.
Sen daha Rusya’nın baskısı yüzünden ananın ak sütü gibi helal olan geçiş ücretlerini bile eksiksiz olarak alamıyorken, Montrö’nün hangi maddelerini değiştirip, hangi yeni haklar elde edebileceksin? Diye sormazlar mı adama?
Netice i kelam; demedi demeyin bu ülke yönetilemiyor, rüzgarda bir o yana, bir bu yana savrulup duruyor…