Osmanlı tarihçileri IV. Murat’ın iktidar dönemini iki kısımda inceler: 18 Mart 1632 tarihinde Sadrazam Topal Recep Paşa’nın idamına kadar olan çıraklık veya yetişme dönemi. Şarap ve tütün yasakları ile başlayan aşırı otoriter padişahlık dönemi.
Osmanlı tarihçileri IV. Murat’ın iktidar dönemini iki kısımda inceler: 18 Mart 1632 tarihinde Sadrazam Topal Recep Paşa’nın idamına kadar olan çıraklık veya yetişme dönemi. Şarap ve tütün yasakları ile başlayan aşırı otoriter padişahlık dönemi.
İşte IV. Murat’ın bilim adamlarına karşı alışılmadık acımasızlığı bu ikinci dönemde ortaya çıktı.
Sultan Murat, 2 Eylül 1633 tarihinde çıkan Büyük İstanbul Yangını’ndan sonra şarap ve tütün içilmesini kesin olarak yasakladı. Koyduğu yasağı hiç aman ve zaman vermeyerek uygulamaya koydu. Tütün içme yasağı bir anlamda işin bahanesi idi. Gerçekte yapılmak istenilen ise Genç Osman’ın idamı ile ayyuka çıkan başıbozukluğun ortadan kaldırılması idi. Tütün eken, tütün içen, hatta üzerinde tütün kokusu olan bile kelleyi kurtaramadı.
1633 yılının Aralık ayında Bursa’yı ziyaret etmesi bile bir anlamda yasakların taşrada nasıl uygulandığını görmek içindi. Bursa ziyareti sırasında birden atının dizginlerini İznik’e çevirdi. İznik yollarını çok bakımsız bulunca hesap İznik kadısına kesildi (Ziya Yılmazer, “Murat IV”, DİA, 31, s. 179). Oysa ki kadı efendi Padişah’ın geleceğini bir gün önce haber almıştı. Bütün halkı seferber ederek yolları düzetmeye gayret harcadı ise de kış ve çamur sebebiyle bu mümkün değildi. Sivrihisarlı olan kadı efendiyi idam etmek üzere Gürcü Paşa ve Nasuhpaşazâde İznik’e geldiler. “Padişahın fermanı var” denilince hiç kimse ses çıkaramadı, şefaatçi olamadı. Kadı efendi kaleye getirildi ve usul gereği kale kapısında asıldı. Cesedi 3 gün öylece asılı kaldı. Kadı Efendi’nin İznik halkına söylediği: “Müslümanlar! Hak huzûrunda nâ-hak yere gittiğimin şehâdetini sizden taleb ederim” sözleri tarihe geçti. “Mezara varıncaya kadar burnunun kanı dinmemiştir. Alâmet-i şehâdettir” denildi ( Naima Tarihi, II, Haz. M. İpşirli, s. 769).
Normal olarak böyle bir durumda kadıyı görevden almak, daha fazla bir ceza gerekiyorsa Akdeniz adalarından birisine sürgüne göndermek verilebilecek en ağır cezalardı. Ancak IV. Murat bununla yetinmedi. İznik kadısını -sıradan bir insanmış gibi- ilmine, irfanına hürmet etmeden astırdı. Otoritesini bütün Anadolu’ya yaymak ve ondan sonra yıllardır planladığı Şark Seferine çıkmak, İran ile hesaplaşmak istiyordu.
Bir kadı efendinin bu şekilde idamı ve cenazesinin teşhiri ulema üzerinde büyük üzüntü ve endişeye yol açtı. Ulemanın başı olan Şeyhülislâm Ahizâde Hüseyin Efendi, gerçekten bilime ve bilim insanına değer veren bir âlim idi. Bir bilim insanına reva görülen bu hareketin doğru olmadığını, ulemâyı küstürmemek gerektiğini padişaha bildirmesi için Valide Kösem Sultan’a bir tezkire gönderdi.
Kösem Valide ortaya çıkan endişe verici gelişmeden fazlaca etkilenmişti. Şeyhülislam ve bazı ulema bir ziyafet sırasında tesadüfen bir araya gelince Kösem Valide bu durumu hemen en kötü şekliyle yorumladı: “Bu kadar bilim adamı bir araya sadece yemek yemek için gelmiş olamazdı. Bunlar muhakkak padişahın tahttan indirilmesi için bir hal’ fetvası hazırlamak için toplanmışlardı”.
Kösem Valide bu korkunç tahminini, kesin bir gerçekmiş gibi acil bir haber olarak çifte tatar ile Bursa’da bulunan oğluna yetiştirdi. Haberi alan IV. Murat’ın öfkeden kan başına sıçradı. Saniye kayıp etmeden hemen Topkapı Sarayı’nın yolunu tuttu. İlk işi Şeyhülislâmı görevden almak ve Kıbrıs adasına sürgün fermanını yayınlamak oldu. Bütün saray halkı ayakta idi.
Şeyhülislâm Ahizâde Hüseyin Efendi hemen bir gemiye bindirilerek Kıbrıs’a doğru yola çıkarıldı. Ancak padişahın öfkesi Karadeniz’in dalgalarından daha büyüktü. İçi içine sığmadı. Suçlu mu, suçsuz mu diye araştırmaya bile gerek duymadan sürgüne gönderilmiş olmasını yeterli bulmadı. Hemen atına atlayıp Büyükçekmece’ye doğru yıldırım gibi esti. Sürgün gemisi fırtına sebebiyle Çanakkale Boğazı’nı geçememiş, Marmara Denizi’nde beklemekteydi. Zavallı Şeyhülislâm Efendi, gemiden indirilerek Bostancıbaşı Duçe Mehmet Ağa’ya teslim edildi. Büyükçekmece yakınlarında boğuldu. Cesedi bulunmasın diye kumsalda belirsiz bir yere gömüldü. 7 Ocak 1634, bir Şeyhülislâm’ın ilk kez idamla cezalandırıldığı tarih olarak Osmanlı Tarihi’ne geçti.
Ahizâde Hüseyin Efendi’nin babası Sarı Selim dönemi kazaskerlerinden Ahizâde Mehmet Efendi idi. Ünlü bilgin Hoca Sadettin Efendi’nin yetiştirmesi idi. Sahn-ı seman ve Süleymaniye Dârü’l-hadis gibi ünlü medreselerde müderrislik yapmıştı (M. İpşirli, “Ahizâde Hüseyin Efendi”, DİA, I, s. 548).
1632 yılı başlarında sipahilerin ayaklanması ve Hafız Ahmet Paşa’nın vahşice öldürülmesi sırasında Şeyhülislâm Yahya Efendi görevden alınmış ve Ahizâde Hüseyin Efendi ilmiye sınıfının başı olmuştu. Padişahın kardeşlerini öldürmeyeceğine dair Şeyhülislâm kefil olmuş ve asker böylelikle yatıştırılabilmişti. İki yıl kadar Şeyhülislâmlık makamında oturdu. Ancak padişahın bu kefâlet meselesinden dolayı kızgınlığı hiç geçmedi. Ahizâde’nin idamında bu olayın izlerini arayan tarihçiler pek de yanılmamışlardı. Onun idamından sonra Revan Seferi ve Bağdat Seferi sonunda kardeşlerini birer birer idam ettirmiş olması da bunu doğrulamıştır.
Osmanlı Devleti’nde bilim adamına saygı kuralı ilk kez bozan IV. Murat bu davranışıyla Osmanlı Tarihi’ne bir kara leke düşürmüştür. Daha sonra Sakarya Şeyhi’nin ve Urmiye Şeyhi’nin idamları bu kara lekeyi büyüttü. Ancak her şeye rağmen IV. Murat tarihe yine de “devleti ayağa kaldıran bir kahraman” olarak geçti. Kanaatimize göre bir kişinin iyi şeyler yapmış olması kötü hareketlerinin yok sayılmasını gerektirmiyor. İyi hareketlerini yazmak kadar kötü hareketlerini de yazmak tarihçinin görevidir.
IV. Murat devlete büyük hizmetler yapmıştır. Ama bunu yaparken de binlerce insanı orantısız şekilde cezalandırmış, en kutsal hakları olan yaşama haklarını ellerinden almıştır. İlmiye sınıfına karşı saygısızlığı ise en büyük hatasıdır.