EBRU APALAK
Bu yıl 1-14 Ekim tarihleri arasında Etimesgut’ta 100. Yıl Cumhuriyet Kültür Merkezi’nde (CKM) düzenlenecek II. Uluslararası Kent Tiyatro Festivali Etimesgut (KENTFEST), ilçeyi sadece bir festival alanı değil, çok sesli, çok kimlikli bir kültür ve sanat buluşmasına dönüştürüyor. Ondan fazla ülkeden oyun, atölye ve söyleşilerin yer alacağı festival; çocuklardan engellilere, sanatseverlerden yerel topluluklara kadar geniş bir katılımı hedefliyor. “Meselemiz Ankara” söyleşileri de Festival programının “Kent” ve “Sanat” ekseninde düşünülmesine aracılık edecek bir düşünsel köprü kuracak. KENTFEST’in Eş Sanat Yönetmenleri Mustafa ve Övül Avkıran, festivalin ruhunu, sanatsal yaklaşımlarını, izleyici deneyimini ve gelecek vizyonunu SONSÖZ’e anlattı.
- Uluslararası Kent Tiyatro Festivali Etimesgut’u tasarlarken “kent” kavramı sizin için ne ifade ediyordu? Bu festival, kente nasıl bir katkı sunmayı amaçlıyor?
- Mustafa Avkıran: Festivalin ismini düşünürken Etimesgut’la ilişkilendirelim mi, nasıl yapalım falan diye aklımızdan birçok şey geçti. Fakat sonra “kent” sözcüğü bütün antikten bu yana kent kültürü, kent devletleri, o küçük Roma’nın küçük kent devletleri. Bütün bu sözcük üzerinden ne kadar çok bilgiye sahip olduğumuzu düşündük. Öyle bir sözcükle başlayalım ki o sözcüğün içi hakikaten dopdolu olsun. “Kent” sözcüğü onun içini dolduruyordu. Bunları kente ait bir şey yapmak, kent için bir şey yapmak, kenti dönüştürecek ve değiştirecek bir şey yapmak diye çoğaltabiliriz. O yüzden ismini Uluslararası Kent Tiyatro Festivali koyduk ve sonuna Etimesgut’u ekledik. Bakarsınız bir gün Kent Tiyatro Festivali Ankara ya da Çankaya olur. Her yer olabilir. Burası çok büyük bir ilçe. Etimesgut’ta 600 binden fazla yaşayan var. Erdal Beşikçioğlu bunu bize teklif ettiğinde Etimesgut’u değiştirmek ve dönüştürmek istediğini, 20 yıldan fazladır bu kente, bu şehre, bu ilçeye kültür-sanatın çok az uğradığını, hatta neredeyse uğramadığını söylemişti. Biz de bunun için yola çıktık. Bunu burada bir şeyleri dönüştürecek hakikaten bir kentsel dönüşüm projesi gibi tasarladık ve birinci yıl için öyle bir program yaptık. Programımız biraz riskliydi; çünkü seyirciyi hiç tanımıyorduk ve onlardaki reaksiyonu çok merak ediyorduk. Düşündüğümüzden çok daha etkileşimi yüksek, geri dönüşü çok pozitif ve katılımı çok çok yüksek, bizi çok heyecanlandıran bir katılım yaşadık. Sonrasında çok çalıştık, eğrilerine doğrularına baktık. Bu yılki programı yaparken de geçen yılın bütün bilgileriyle yeniden oluşturduk ve şu ana kadar satışa çıkan biletlerin üçte ikisinin bittiğini gördük. Çok mutluyuz. O sebeple de kentteki dönüşüme şu anda bizatihi şahitlik ediyoruz.
- Bu yıl festivalin programını hazırlarken hangi kriterleri ön planda tuttunuz? Festivalin ilk yılında seyircilerden gelen hangi öneri ve eleştirileri dikkate aldınız?
- Mustafa Avkıran: Geçen yılki programda çok heyecanlandığımız birkaç başlık vardı. Birincisi, “Meselemiz Ankara” söyleşileri. Fikri bulduğumuzda da bizi çok heyecanlandırmıştı. Çünkü öğleden sonra saat 15:00’te 150-200 kişi buradaki konukları dinlemeye gelip onlarla konuşarak, tartışarak ve birlikte çay kahve içerek müthiş bir deneyim paylaştılar. Onun için bu yılki “Meselemiz Ankara”yı daha kültür-sanat odaklı yapıp, bağımsız sanat kurumlarının idarecilerini çağırdık ve Ankara’daki hem üretim hem tüketim profili üzerine bir süreç oluşturalım dedik. İkincisi, uluslararası yapımlarda hem daha geleneksel hem sanat hem yaşam kültürü üzerine yoğunlaşan ama bunu çok yeni bir dille anlatan işleri tercih ettik. Uluslararası yapımlarda sözün ağırlığının olmadığı işlerin olmasını istedik ki daha evrensel bir dil kurulabilsin. Türkiye’den çağırdığımız prodüksiyonlarda ise gelenekselden yeniye, tiyatrodan müziğe, kendi alanlarında hem çok iyi hem de popüler olan, yeni olan şeyleri birbirinin içine daha geçirgen bir program yaptık.
CKM’NİN ÖNÜ PANAYIR ALANI OLACAK
- Kentte yaşayan farklı toplumsal kesimlerin tiyatroya erişimi ve tiyatronun kamusallaşması için hangi etkinlikleri hazırladınız?
- Mustafa Avkıran: Bu yıl geçen yıl olmayan başka bir şey daha var. O da Etimesgut Belediyesi bu tip sanat faaliyetlerine ulaşmakta zorluk çeken dezavantajlı gruplar için belli sayıda kontenjan ayırdı ve o kişilerin sanat eserlerine ulaşmasını sağlıyor. Bir tanesi bu kamusal alanla ilgili. İkincisi, geçen yıl olmayan çocuklar için bir gösteri getiriyoruz. Şarkıcı Ahmet Ali Aslan’ın “Nazik Korsan Piyu” diye bir masalı var. Onu festivalimiz boyunca dokuz gün sabahları oynayacağız. Burada ulaşım zorluğu çeken okullar ve kreşlerle organize ettik. Hem İl Millî Eğitim Müdürlüğü işin içinde, hem de Belediye’nin birimleri işin içinde. Öyle bir kamusal hizmet, kamusal alana erişim diyelim; böyle bir iş yapıyoruz. Onun dışında gösterilerin çıkışında Erdal Beşikçioğlu’nun yarattığı Geribass projesiyle bütün izleyiciler metro duraklarına ve evlerine ulaşmakta kolaylık yaşayacaklar. Hakikaten büyük bir şenlik yaşanacak. Tabii, bu yıl önemli bir şey daha var. CKM’nin girişini bir festival alanına çeviriyoruz. Hazırlıkları yapılıyor. Yarın kurulmaya başlanacak ama 1 Ekim’den itibaren burası bir nevi panayır diyebiliriz. Bir festival, bir panayır, bir eğlence. Her gün saat 16:00’da açılacak ve Etimesgut’un üretim yapan kadını, erkeği, çoluğu çocuğu herkesin hem gelip zaman geçirebileceği, alışveriş yapacağı, sohbet edeceği bir festival alanı olacak.
“KENTFEST’İN PROGRAMI KENDİ İÇİNDE POLİTİK”
- Türkiye'de kültür-sanat politikaları son yıllarda giderek tartışmalı bir hâle geldi. KENTFEST’in politik ve toplumsal bağlamda Türkiye’de nasıl bir karşılığı olduğunu düşünüyorsunuz?
- Mustafa Avkıran: Övül’le birlikte özellikle son 10-15 yıldır “Eylem alanımız sahnedir” diyoruz. Kendi politik doğrularımızı ve politik çizgimizi yaptığımız işlerde göstermeyi tercih ediyoruz. O sebeple KENTFEST’in programına baktığınızda bizim festivalimiz olduğunu anlayacağınız çok fazla işaret var. Bu bir tartışma konusu ve kültür politikaları meselesi. Ne kadar baskı artarsa sanat ürünleri o kadar kuvvetleniyor. Bu dünyanın değişmez kuralı gibi. Herkesin verdiği bir örnektir; İkinci Dünya Savaşı’nda bombalar atılırken sığınaklarda tiyatro yapılıyordu. Kabare ve politik güldürü oralardan doğmuş bir gösteri türü. Bizde de bütün bu baskı ve sıkıştırma sürecinde çok güzel işler çıkıyor ve bu işleri yan yana koyduğumuzda aslında bir Türkiye profili görüyoruz. O yüzden de KENTFEST’in programı kendi içinde politik ama kendi içinde çok kaliteli bir program sunuyor.
“ERDAL BEŞİKÇİOĞLU’NUN YARATTIĞI BİR SİNERJİ VAR”
- Uzun yıllardır tiyatro ve sahne sanatlarıyla iç içesiniz. Bu festival sizin kişisel sanatsal yolculuğunuzda nasıl bir yerde duruyor?
- Mustafa Avkıran: Güzel bir yerde duruyor. Biz Garaj İstanbul’da çok festival yaptık. 2007 ile 2013 arasında İstanbul’da çok büyük bir kültür kurumu oluşturduk ve yönettik. Sonra da Gezi Direnişi ile beraber o mekânı bıraktık. Ondan sonra galiba yaptığımız en büyük ölçekli iş bu. Yaklaşık 12 sene sonra her şeyi demlendirdik. Önce küstük bıraktık, sonra tekrar başladık. Tabii burada bizim oyuncu ve yönetmen olarak tek başına yaptığımız işlerden öte bir sinerji var. Burada Erdal Beşikçioğlu’nun yarattığı bir sinerji var. Bu ülkede o sinerjiyi yaratan beş adam olsa, ülkenin kültür ve sanat resmi değil, ülkenin resmi değişir. Yani bu kadar açık, sahici, yaratıcı ve çağdaş. Biz bu sinerjinin bir parçasıyız. Kendi kişisel varoluşlarımız dışında bir kentin dönüşümüne şahitlik ettiğimizden ikimiz için de önemli bir durak. O yüzden hem arkasında hem yanında hem içinde hem önünde hem de her yerinde biz varız.
ÖVÜL AVKIRAN: “KENDİMİ YENİDEN ŞARJ ETMEMİ SAĞLIYOR”
- KENTFEST’in ilerleyen yıllarda nasıl bir gelişim göstermesini hedefliyorsunuz? Türkiye’deki tiyatro ortamına nasıl bir iz bırakmasını istiyorsunuz?
- Mustafa Avkıran: KENTFEST için Etimesgut dar gelmeye başladı. Daha fazla büyüyecek, bunu görüyoruz. Ama ne kadar ve nasıl büyüyeceği konusunda şimdilik çok büyük bir fikrimiz yok. Ama birtakım hislerimiz ve önerilerimiz var. Erdal’la (Beşikçioğlu) üzerine konuştuğumuz süreçler var. Eğer KENTFEST düşündüğümüz gibi bu kuvvette giderse, birkaç yıl sonra Türkiye’de İstanbul Kültür Sanat Vakfı’nın yaptığı İstanbul Uluslararası Tiyatro Festivali’nden daha etkili bir yere oturacağını düşünüyoruz. Daha toplumsal, daha fazla halkla birlikte büyüyen bir festival hâline geleceğini düşünüyoruz.
- Övül Avkıran: Bunca yıldır kültür kurumları kurduk, kültür yapıları inşa ettik, içini doldurduk. Mustafa’nın dediği gibi festivaller yaptık, kurumların içinde festival gibi programlar yaptık. Hepsini de bir sanatçı inancı, vizyonu, ümidi, hayali ve inancıyla, büyük bir emekle yaptık. Çok büyük laflar ettik. Bu lafları değişim ve dönüşüm için geleceğe inanarak ettik. Ama maalesef üzerinde yaşadığımız topraklar bu umudu ve inancı hep törpüledi. Biz hep kendimizi, ruhumuzu yeniden inşa etmek zorunda kaldık. Burası bizi törpüledikçe biz yeniden kendimizi onarıp yeniden yeni umutlar beslemeye çabaladık. Ben kendi adıma ilk defa şimdi ikincisini yapınca biraz daha fazla umutlanıp şunu yaşıyorum. Sanatçı ve sanat yönetmeni olarak, bu festivali yaparken aynı enerjiyle, birikimle, donanımla, umutla yapıyor olabilirim ama bu sefer daha fazlası var: Bir tiyatrocunun, bir kültür-sanat insanının belediye başkanı oluşu, etki alanının bu kadar geniş oluşu. Mustafa’nın söylediği gibi biz hep öncü ve tek olmuştuk. İlk defa kocaman bir yapıya eklemlendik. İnandığımız, güvendiğimiz için eklemlendik. Eklemlenmeyi de sevmeyiz aslında ama ilk defa güvenle eklemlenebileceğimiz, sırtımızı dayayabileceğimiz bir yapı olduğunu gördük. Bu, insana çok güç veriyor. Gerçek umudu da galiba ilk defa şimdi yaşıyorum. Daha büyük ölçekte nelere etki edeceğini zaman içinde görebiliriz. Zaten bunu tahmin de ediyoruz, bir öngörümüz var. Ama Eryaman ve Etimesgut özelinde baktığımızda bu kadar büyük bir değişimin ve etkisinin farkındayız. Burada çok kıymetli, gerçekten heyecan verici bir şey var. Bunu yaşıyor olmak beni umutlandırıyor. Kendimi yeniden şarj etmemi sağlıyor. Çünkü bu memleket insanı biraz yoruyor.
- Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?
- Mustafa Avkıran: Umarım KENTFEST’in de Erdal Beşikçioğlu’nun da yolu açık olur. Biz sonunda bir alanı kaplıyoruz. Ama bu bizim umudumuzu yeşerten bir proje. Biz umudu hep aradık. Sisifos gibi taşı hep yeniden dağın başına sürdük. O taş hep aşağı düştü. İkimizin ortaklığı 30 yıl, az değil. Ondan önce benim biraz daha var. Ama 30 yıl boyunca o taşla uğraştık.