Türkiye’nin en uzun soluklu kurumsal yayınlarından biri olan Türkiye Polis Radyosu, 73 yıllık yayın geçmişiyle kamu hizmeti yayıncılığının istisnai örneklerinden biri olarak yeniden gündemde. Nobel Yayınları’ndan çıkan “Türkiye Polis Radyosu: Kamu Yayıncılığında Alternatif Ses – Arabeskten Halkla İlişkilere” adlı çalışma, bu köklü radyoyu ilk kez akademik bir perspektifle ele alan kapsamlı bir eser olarak dikkat çekiyor.
Kitap, Türkiye Polis Radyosu’nun yalnızca bir yayın organı olmadığını; polis-halk ilişkilerini güçlendiren, toplumsal uyumu destekleyen ve güvenlik bilinci üreten özgün bir iletişim platformu olduğunu ortaya koyuyor. 1952’de Emniyet Genel Müdürlüğü bünyesinde kurulan radyonun, Soğuk Savaş yıllarından dijital çağın çoklu platform yapısına uzanan serüveni; arşiv belgeleri, resmî kayıtlar ve radyo bünyesinde görev yapmış ya da emekli olmuş 29 çalışanla yapılan derinlemesine görüşmeler ışığında analiz ediliyor.
Eserde en dikkat çeken başlıklardan biri, Türkiye Polis Radyosu’nun reklam almayan yayıncılık modeli. Genel bütçeden finanse edilen radyo, ticari kaygılardan uzak durarak reklam kuşakları yerine kamu spotlarını merkeze alıyor. Trafik güvenliği, suç önleme, kayıp anonsları, kan çağrıları ve afet bilgilendirmeleri gibi yayınlar, radyonun kamu yararı odaklı yaklaşımını görünür kılıyor. Bu yönüyle Türkiye Polis Radyosu, reyting ve reklam baskısının belirleyici olduğu medya ortamında farklı bir yayıncılık anlayışı sunuyor.
Kitapta ele alınan bir diğer kritik mesele ise müzik politikası. TRT’nin tekel yayıncılığı döneminde arabesk müziğin dışlandığı yıllarda, Türkiye Polis Radyosu’nun bu türü neden ve nasıl yayın akışına dahil ettiği ayrıntılı biçimde inceleniyor. Çalışma, arabeskin rastlantısal bir tercih değil; halkla bağ kurmayı, toplumsal gerilimi azaltmayı ve geniş kitlelere ulaşmayı hedefleyen stratejik bir yayıncılık aracı olarak kullanıldığını ortaya koyuyor. Bununla birlikte, 6112 sayılı Kanun’un yayın ilkeleri doğrultusunda suç, şiddet, nefret ve genel ahlaka aykırı hiçbir esere yer verilmediği; müzik ve içeriklerin çok katmanlı denetim mekanizmalarından geçtiği vurgulanıyor.
Denetim meselesi, kitabın öne çıkan bir başka boyutu. RTÜK denetimi, kurum içi hiyerarşik kontrol ve çalışanların içselleştirdiği otokontrol anlayışı, Türkiye Polis Radyosu’nda etik yayıncılığın temel dayanakları olarak ele alınıyor. Yayınlanmayan şarkılar, elenen program metinleri ve gerekçeleri, sansür tartışmalarının ötesinde kamusal sorumluluk perspektifiyle değerlendiriliyor.
Çalışma, radyonun personel yapısından teknik altyapısına, müzik arşivinden dinleyici profiline kadar çok boyutlu bir tablo çiziyor. 100 bini aşkın eserden oluşan müzik arşivi, dijital otomasyon sistemleriyle korunurken; karasal yayın, uydu ve internet üzerinden 81 il ve çok sayıda ilçeye ulaşan kapsama ağı, radyonun ulusal ölçekteki etkisini ortaya koyuyor. Çocuk programlarından interaktif yayınlara uzanan çeşitlilik ise Türkiye Polis Radyosu’nun toplumun her kesimine hitap etme iddiasını destekliyor.
Sonuç olarak kitap, Türkiye Polis Radyosu’nu TRT ile özel radyolar arasında konumlanan, reklamsız, kapsayıcı ve kamu yararı merkezli bir yayıncılık modeli olarak tanımlıyor. “Bir Radyodan Daha Fazlası” söyleminin altını dolduran bu yaklaşım, radyonun yalnızca bir iletişim aracı değil; devlet ile toplum arasında güven inşa eden kültürel bir platform olduğunu gösteriyor. Eser, Türkiye’nin radyo yayıncılığı tarihine olduğu kadar, kamu hizmeti anlayışının iletişim boyutuna da kalıcı bir katkı sunuyor.