Çevre

'1957 Ankara seli ve Ankara'nın dereleri' söyleşisi gerçekleştirildi

11 Eylül 1957'de Hatip Çayı'nın taşmasıyla yaşanan Ankara'nın en büyük doğa felaketi 150'nin üzerinde kişinin hayatını kaybettiği, yüzlerce evin yıkıldığı ve şehrin ekolojik yapısını değiştiren bir dönem oldu.  Gazeteciler Cemiyeti Basın Evi'nde, Nurdane Sağkan'ın moderatörlüğünde düzenlenen söyleşide, 1957 yılındaki sel felaketinin tanıkları, o döneme ait anılarını, afetin şehirde yarattığı değişimleri ve derelerin özgürce aktığı günleri katılımcılarla paylaştılar.

Etkinlik Gazeteciler Cemiyeti Başkan Vekili Ayhan Aydemir’in açılış konuşmasıyla başladı: “Değerli misafirlerimiz, kıymetli konuşmacılarımız, Gazeteciler Cemiyeti Basın Evi’ndeki söyleşimizde sizleri aramızda görmekten büyük mutluluk duyuyoruz. Cemiyetimiz üyesi Nurdane Sağkan moderatörlüğünde bugün Ankara kent tarihinde çok belirleyici olsa da hatırlanmayan bir olay hakkında konu uzmanlarından sunumlar, tanıklıklar ve önemli anekdotlar dinleyeceğiz.”

Etkinlik moderatörü Nurdane Sağkan, söyleşinin başlangıcında Hatip Çayı taşkınıyla ilgili bilgi verdi. “1957 yılında bugün Bent Deresi olarak bilinen Hatip Çayı’nın taşmasıyla Ankara’nın en büyük doğal felaketi gerçekleşmiştir. Resmi kayıtlara göre 165 kişinin öldüğü belirtilmiş ancak nüfusa kayıtlı olmayan çocuklarla birlikte bu sayının çok daha fazla olduğu bilinmektedir” dedi.

Sanatçı ve öğretmen Sedat Örsel, 1957 taşkını öncesindeki Ankara’yı anlattı: 

“Mamak’a Saimekadın tarafından, yani batıdan girip doğuya doğru yürüdüğünüz zaman hemen sağ tarafta çağlayan bahçeleri vardı. Çağlayan bahçeleri Hatip Çayı’ndan bir savakla bir su alınmış oraya bir çağlayan yapılmış. Yine orada pehlivan Fahri Uçar’ın sahibi olduğu çok güzel sahnesi olan bir açık hava gazinosu vardı. Uçar, Atatürk’ün şoförüydü. Altı sene onun şoförlüğünü yaptı. Pehlivan Fahri amca çok ileri görüşlü bir adamdı. Bütün İstanbul tiyatroları, konserler, konferanslar çağlayan bahçesinde olurdu. 

Biraz ilerlersiniz sağ tarafta Hatip Çayı yer alırdı. Yüzmeye giderdik. Annem ölüp gelme baban çok kızar derdi. Mamak’ın bütün çocukları Hatip Çayı’nda öğrendi yüzmeyi… O kadar güzeldi ki ve bizim oralarda dirsek yapardı. Derin yerler vardı çünkü kum çıkarılırdı. Batıda Mamak’ta ve Köstence’de Üreyir’de kum çıkarırlardı. Şimdiki gibi binalara deniz kumu koyup binleri öldürmezlerdi.

Ondan sonra Kayaş’a gelirsiniz. Nehir pırıl pırıl akardı. Yukarı doğru giderseniz Kayaş’tan sonra da devam eder. Hep Türk boylarının, Oğuz boylarının isimleridir. İdris Dağı’nın kaynağına gidip oradan su içtim. 

Kızılcalar, Kızılcaköy’e yerleşmişler,  Kızılcaköy’ün özü bahçe, dereye dolan yerlere o köyün özü denir. O özde bizim bahçelerimiz vardı. Dedelerimden kalma ve yoncalığımız vardı. Yoncalığın sınırında Şevket Süreyya diye birini derlerdi köylüler. Burada Şevket Süreyya'nın evi derlerdi. Ben onu kadın zannederdim. Bir gün dedeme dedim ki ‘Ya Şevket Süreyya nasıl bir kadın? Ne kadını oğlum, o yazar Atatürk'ün arkadaşıydı. Şevket Süreyya Aydemir mi dedim? He, oydu’ dedi. Oturup kitabını yazıyor ve ‘Suyu Arayan Adam’, koca Atatürk oraya geliyor… 

Yol boyu devamlı su değirmenleri vardı, o değirmenlerin çarkını çeviren Hatip Çayı’ydı. Hasanoğlan’dan sonra Elmadağ’a gelmeden yukarıya dönerdi nehir. Ben nehirde balık tutardım. O dönemler çayın geniş yerlerinde mandalar da yüzerdi.”

Gazetemiz yazarlarından Dr. Necati Yalçın konu ile ilgili şunları dile getirdi

Eğitimci ve yazar Dr. Necati Yalçın, sözlerine Ankara’da bulunan tarihi köprüleri göstererek başladı. 

Bent Deresi yakınlarında eskiden mavi çiğdemler bulunduğunu söyleyen Yalçın, “Şimdi bırakın mavi çiğdemi, semte adını veren çiğdemler bile yok. Çünkü yerlerinde bloklar var. Dereler açıktan aksa Ankara’nın otuz ila kırk tane endemik zenginliği yansırdı Ankara’nın içine. Derelerle birlikte bu türleri de yok ettik” dedi.

Dr. Bülent Kalıpçı ise Ankaralıların çamaşırlarını yıkamak için Hatip Çayı'nın etrafında toplandığı günlerden bahsetti:

“Lise yıllarında Çubuk Çayı’nda yüzmeyi öğrendik. Hatip Çayı’nın sakin, kuytu yerlerinde eliyle balık tutanlar olurdu. Baya büyükçe balıklar… Daha sonra 1957 yılına gelindiğinde Bent Deresi’nden başlayan çay, Ulucanlar’dan devam ediyor bugün Altındağ Bulvarı olarak bilinen bölgeden devam ediyor.

Kısa bir müddet sonra orada ilk muayenehanemi açtım, bir gün müthiş bir kalabalık aşağıya doğru koşuyordu. Ne olduğunu anlamadım; trafik kazası mı, yangın mı? Bir müddet bekledim kalabalık artmaya başladı. Koşarak ben de gittim ve anlatılamayacak kadar dehşetengiz bir afeti iki saat boyunca, şiddetini kaybedinceye kadar ben de izledim.

Ağaçlar, elektrik direkleri, ev eşyaları, canlı insanlar, çırpınan insanlar ve orada güçlü olan kişilerden birkaç kişi kendini başka arkadaşları da tutarak onu garantiye alarak işte biraz suyun içine dizine kadar suya girerek onları çekmeye, kurtarmaya çalıştılar ama maalesef mümkün olmadı bu. 

O dehşetengiz manzara hala gözümün önünden gitmedi bunu sanki doğanın intikamı olarak düşünüyoruz. Şimdi doğayla inatlaşmamak lazım. Elbette ki dere yataklarına binalar yapıldı. Asfaltlandı, köprüler kuruldu. Ve dersini almayan insanların doğanın intikamı da böyle acı oluyor. Bundan da maalesef ders almadık. Şimdi işte derelerimizin üstü kapatıldı. Olan şey tekrar olacaktır. Tekrar deprem de olacak, tekrar sel felaketleri de olacak. Ama bunların tedbirlerini almak lazım.”

Sonsöz Gazetesi yazarı Şehir ve Bölge Plancısı Prof. Dr. Mehmet Tunçer, Hermann Jansen’in “1932 Ankara Planı”na değindi.

Hermann Jansen’in “1932 Ankara Planı”na değinerek; planda kanalizasyon şemalarının yanı sıra bütün akarsuların bulunduğunu da vurguladı. Akarsuların hiçbirinin kanalizasyona bağlanmadığının altını çizen Prof. Tunçer, raporda Çubuk Barajı’nın şehrin içme suyu ihtiyacını karşıladığını ve susuzluğa karşı garanti altına aldığını belirtti. 

“Günümüzde Çubuk Çayı’nın ne kadar kirlendiğini hepimiz görüyoruz. Jansen’in imar planında bulunanlar yapılmıyor. Bent Deresi için Ankara’nın en cazibeli ve canlı deresi diyor Jansen. Roma dönemi bendini de bir banyo havuzu ya da yüzme havuzu şeklinde öneriyor. Bu derede eskiden köprüler vardı, ama selle hepsi gitti.”

Asfaltın Altında Dereler Var adlı ödüllü belgesele de değinen Tunçer, “Belgeselde sele değiniliyor. Sel geldiği zaman Kayaş’ta 200 ev su altında kalmış. Milliyet gazetesinde 300 kişinin öldüğü söyleniyor. Sele kapılan otomobiller var. Bu selden sonra Hatip Çayı’nın üzeri, Bent Deresi’nde bütün köprüler yok edildi. Roma dönemi benti de yok edildi ve asfalt yol oldu.” 

İnşaat ve çevre yüksek mühendisi Hasan Akyar ise konu hakkında şunları söyledi:

“Gözle görebildiğimiz birkaç tane dere çıktı; Çubuk Çayı, Hatip Çayı, İncesu Deresi… Fakat bunları açıkta bir tek Akköprü’de görebiliyoruz. Yani metronun geçtiği yerde, sırtınızı Ankamall'a dayadığınızda, elli metre doğuya doğru adım atıp önünüze baktığınızda, bu üç derenin birleştiği noktadır. Ama orada doğal bir akarsu akmıyor, hemen hemen tümü kanalizasyon. Çünkü Orta Anadolu'da, özellikle Ankara'da, Ekim ayında derelerimizin, doğal akarsularımızın debisinin en az olduğu, bu üç saydığımın dışında yüzlerce deremizde suyun olmadığı dönemler yaşanıyor. Yani su yok ama bugün bu derelerimizin hepsinde bir akan su var. Kalitesi kanalizasyon, evsel atık” dedi.