SÜMER TAŞKIRAN
Ankara, Demirtepe metrosunun hemen çıkışında, duvarları nostaljiyle dolu bir dükkâna giriyoruz. Kapıdan içeri adımınızı attığınız anda o tanıdık hoş bir ses karşılıyor sizi…
Bir plak dönüyor, iğne o siyah diske dokunuyor ve 70’lerin büyüsü yeniden doğuyor.
Bu sesin arkasındaki isim: Gürkan Gürbüz ve Ömer Gökdemir.
PLAKLARIN DİBE VURDUĞU YILLARDAN BUGÜNE
Ömer Gökdemir’in hikâyesi bir çocukluk anısıyla başlıyor. “Ben 13 yaşında plak dinlemeye başladım” diyor. “Abim evde dinlerdi, bana da bir çanta dolusu plak almıştı. 1993 yılıydı, plağın en dip yaptığı dönem… Kimsenin değer vermediği, sahaflarda tozlu raflarda unutulduğu zamanlardı.”
O yıllarda Gökdemir sahaf sahaf dolaşır, plak arardı. Tesadüfen tanıştığı Gürkan Gürbüz ise bu tutkunun kaderini değiştiren kişi olmuş. “Asıl bu işi başlatan Gürkan’dır” diyor. “Ben koleksiyon yapardım, o da tamir işini bilirdi. Sonra birleştirdik gücümüzü, İtfaiye Meydanı’nda başladık. Sonra ortam değişince Kızılay’a, Zafer Çarşısı’na taşındık. Şimdi Demirtepe’deyiz, sekiz aydır buradayız.”
“PARMAK UCUYLA DİNLENEN ÇAĞDA, BİZ HÂLÂ İĞNENİN TINISINDAYIZ”
Dijital çağda müzik, ekranın tek dokunuşunda elimizin altında. Ama Ömer Gökdemir için ses sadece bir “dosya” değil, bir ruh.
“Abim koleksiyoncuydu” diye anlatıyor. “Kulağımız iyi sese alışkındı. CD’yle plağın farkını duyuyorduk. Plak analog kayıt demek; stüdyoda ne kaydedildiyse, onu duyuyorsunuz. Dijitalde bu yok.”
“Şimdi dijital müzik kulağı yoruyor” diyor. “Bir saat dinleyin, baş ağrısı yapar. Ama plağı sabaha kadar dinleyin, yormaz. Çünkü o gerçek ses. Yüzyıl geçse bile, iğne plağa dokunduğunda stüdyodaki o anı duyarsınız.”
EDİSON’DAN ANADOLU ROCK’A UZANAN BİR SERÜVEN
Gökdemir, müziğin ve sesin evrimini adeta ezbere anlatıyor: “Edison ilk sesi silindire kaydediyor. Sonra balmumuna, ardından diske geçiliyor. Gramofon doğuyor, 78’lik taş plaklar başlıyor. Sonra 45’likler, 33’lük albümler geliyor. Türkiye’de son 45’lik 1980’de, son 33’lük 1988’de üretiliyor. Plak pahalı kalınca kasete geçiliyor ve makineler hurdaya gidiyor. Ama asıl hata buydu; arşivler kayboldu.”
Oysa plak sadece bir müzik aracı değil, aynı zamanda bir tarih taşıyıcısı. “Plakta geçmişi dinlersiniz,” diyor Gökdemir. “Bir sanatçının nefesini, stüdyodaki parmak sesini bile duyarsınız.”
YENİ NESİL: NOSTALJİYLE TANIŞAN ÇOCUKLAR
“Eskiler bilir ama yeni jenerasyon bilmez,” diyoruz. Gökdemir hemen itiraz ediyor: “Yanılıyorsunuz,” diyor gülerek. “10-15 yaşında müşterilerimiz var. Anadolu Rock dinleyen, Cem Karaca koleksiyonu yapan çocuklar! Sosyal medya ve filmler çok etkili oldu. Issız Adam, Kaybedenler Kulübü gibi filmler gençleri plakla tanıştırdı. Çanta pikapla başlayanlar sonra büyüyüp meslek sahibi oluyor, gelip ‘Abi bana daha iyisini ver’ diyorlar. Gurur verici.”
Plak dinlemenin bir kültür haline geldiğini söylüyor: “Plak insanı araştırmacı yapıyor. Bir şarkıdan yola çıkıyor, Orhan Veli’ye kadar gidiyor. Hem müzikle, hem edebiyatla tanışıyor. Hümeyra’nın 35 Yaş şarkısının bir Orhan Veli şiiri olduğunu öğreniyor. Plak, insanı kültürel olarak besliyor.”
“PLAK ÇOCUĞU EVDE TUTAR”
Gökdemir’in en sevdiği cümle bu. “Plak dinleyen çocuk evcimen olur” diyor. “Kötü alışkanlıklardan uzak durur. Evde saatlerce müzikle uğraşır. Bizim için en güzel tarafı bu.”
ANALOG SESİN BÜYÜSÜ
Bir de cihaz meselesi var tabii. “70’lerde üretilen analog pikaplar en güzel ses verenlerdir,” diyor Gökdemir. “Yeniler dijital, plakları bozuyor. Eski cihazlar daha sağlam, çünkü o zamanlar ‘bozulmasın, ismim efsane olsun’ anlayışı vardı. Yeni alacaklara tavsiyem: Eski alın, korkmayın.”
Dükkânda yüzlerce plak, sayısız hikâye birikmiş. “Biz artık müşterilerimizi tanıyoruz,” diyor. “Kim ne arıyor, biliyoruz. Bazen müşterinin kendisinden önce biz fark ediyoruz neyin eksik olduğunu. Biz müzikle tedavi ediyoruz insanları.”
“MÜZİĞİN BİRLEŞTİRİCİ RUHU HİÇ ÖLMEZ”
Sözlerini bir mesajla bitiriyor: “Müzik insanları birleştirir. Bizim işimiz sadece ticaret değil, ruh işi. Plaktan vazgeçmesinler. Çünkü müzik ruhun gıdasıdır. Dinleyin, hissedin, yaşayın.”