Genel

Orman yangınlarıyla mücadelede strateji eksikliği

Orman Mühendisi Salih Usta, Orman Genel Müdürlüğü’nün sistematik bir yangın stratejisi geliştirmediğini, verilerin güvenilir olmadığını ve Anayasa’nın 169. maddesinin hiçe sayıldığını vurguladı.

EBRU APALAK

Kırsal Çevre ve Ormancılık Sorunları Araştırma Derneği Başkanı Salih Usta, Türkiye’de orman yangınlarıyla mücadelede sistematik bir strateji bulunmadığını belirtti. Orman Genel Müdürlüğü’nün (OGM) açıkladığı yangın istatistiklerinin güvenilirliğinin tartışmalı olduğunu ve bu verilerin yangın riskini azaltmada yetersiz kaldığını ifade etti. Usta, yangın sonrası yanan orman alanlarının Anayasa’nın 169. maddesine rağmen tarım veya başka faaliyetlere açılmasının ciddi bir sorun olduğunu SONSÖZ’e anlattı.

- İklim krizinin etkileriyle artan orman yangınlarına karşı Türkiye’nin stratejisi ne ölçüde yeterli ve yapısal sorunlar bu riski nasıl büyütüyor?

- Salih Usta: Gezegenimizin orman yangınları dâhil tüm yangınların gerçekleşebilmesi için üç adet unsurun birlikte bulunması gerekir: Sıcaklık, oksijen ve yanıcı madde. Bu unsurların birlikte bulunduğu ortamda herhangi bir tutuşturucu etken (örneğin kıvılcım) yangın sürecini başlatır.

Türkiye’de orman yangınları ağırlıklı olarak kurak ve sıcak iklim bölgelerinde yaşanmaktadır. En büyük yangınların yaşandığı Akdeniz iklim kuşağının karakteristik iklim özelliği yazları sıcak ve kurak, kışları ılıman ve yağışlı olmasıdır. İklim değişikliği projeksiyonlarına göre ülkemizde özelikle Akdeniz, Ege ve Marmara bölgelerinin bir kısmı ile İç Anadolu Bölgesi’nde sıcaklık ve kuraklığın daha da artması beklenmektedir. Bu durum yangın ekolojisi açısından değerlendirildiğinde orman yangınlarının çıkma, çıkan yangınların ise büyüme olasılığını artırmaktadır. Ancak, bu realite, OGM başta olmak üzere, sorumlu kişi ve kuruluşların başarısızlıklarının temel gerekçesi olarak kullanılmaktadır. “OGM çok iyi, uçağı ve helikopteri var, binlerce personeli, on binlerce gönüllüsü var lâkin iklim değiştiği için baş edemiyoruz” denmektedir.

Türkiye’de ne yazık ki orman yangınları ile mücadelede sistematik bir strateji bulunmamaktadır. Dolayısıyla orman yangınlarıyla mücadelede iklim değişikliğinin etkilerine uyum sağlama çabasından da bahsedemeyiz. Bu konudaki en büyük yapısal sorun ormancılık örgütünün bir bütün olarak kötü yönetilmesidir. Özellikle son yıllarda daha fazla yoğunlaşan, liyakati hiçe sayan partizanca uygulamalar, OGM’nin asli görevlerini yapmaktan (orman ekosistemlerini korumak, genişletmek ve geliştirmek) tamamen uzaklaştırmıştır. Ormancılıkta yaşanan birçok sorun dolaylı gözükse de aslında orman yangınlarıyla mücadeleyi doğrudan etkilemektedir. Ormancılıkta yaşanan sorunlar anlaşılmadan ve çözülmeden orman yangınlarıyla mücadelenin başarılı olması mümkün değildir. Örneğin, orman ekosistemlerinin ormancılık dışı amaçlar için tahsis edilebilmesi ormanlarımızı yolgeçen hanına çevirmiştir. Enerji, madencilik, imar ve turizm gibi sektörler için ormanlar çok rahatlıkla tahsis edilebilmektedir. Bu nedenle ormanlarımızda hızlı bir fragmantasyon (parçalanma-bölünme) süreci yaşanmaktadır. Orman ekosistemleri içerisinde gerçekleştirilen bu faaliyetler orman yangını riskini büyük ölçüde artırdığı hâlde dikkate alınmamaktadır.

Öte yandan odun üretimi süreçlerinin şirketler lehine değiştirilmesi orman içerisinde yaşayan halkın ormancılığa yabancılaşmasına neden olmaktadır. Son yıllarda ağırlık kazanan dikili satış uygulaması, orman işletmelerinde çalışan orman köylülerini “küstürmüştür”. Bu durum, orman yangınlarına kendiliğinden müdahale eden, araziyi, ormanı ve orman yangınlarını çok iyi tanıyan bu yurttaşlarımızın pasifize edilmesine neden olmuştur.

OGM, orman yangınlarıyla mücadeleyi neredeyse yangın söndürme boyutuna indirgemiş, orman yangınlarının önlenmesine yönelik hiçbir ciddi çalışmada bulunmamaktadır. Bu nedenle, kamuoyunda oluşan “uçak-helikopter saplantısını” kendisi oluşturmuş ve bu saplantıya teslim olmuştur. OGM, “orman yangınları ile mücadele” denince ne kadar uçak-helikopter alındığı gibi bilgilerle kamuoyunun gazını aldığını düşünmektedir. Böylece, orman yangınları ile mücadelenin perspektifini hem daraltmakta hem de halkı yanlış yönlendirmektedir. Hamaset edebiyatıyla da yangınları önleme sorumluluğunu ve orman yangınlarında yaşanan sorunları görünmez hâle getirmeye çalışmaktadır.

Orman yangınlarına dayanıklı orman yapıları oluşturmak amacıyla araştırma gerekli görülmemekte tam tersine orman yangınları açısından hassas bölgelere “endüstriyel plantasyon” uygulaması yapılarak yangın oluşması ihtimali, yangının hızlı yayılması ve ardından büyümesine zemin hazırlanmaktadır.

“OGM’NİN ORMAN YANGINI İŞÇİ SAYISI AZALTILDI”

- Yangınla mücadelede deneyimli personel eksikliğini gidermek ve nitelikli iş gücünü kalıcı kılmak için OGM’de ne tür yapısal önlemler alınmalı?

- Salih Usta: Yüz seksen altı yıllık tarihi ve ciddi bir birikimi olan OGM’de yangın işçisi işlendirme düzeni de sulandırılmıştır. Uzun yıllar mevsimlik işçi olarak çalıştırılan orman işçileri, OGM eliyle aracı taşeron şirketlerin inisiyatifine terk edilmiş, bu işçiler çok daha güvencesiz ve sosyal haklardan mahrum koşullarda çalışır duruma gelmişlerdir.

OGM’nin toplam orman yangını işçi sayısının artması beklenirken tam tersi yönde azaltılmıştır. Örneğin en az altı işçi ile yangına müdahalede bulunması gereken arazözlerde daha az sayıda işçinin (iki-üç işçi) bulunduğu da doğrudan yangın işçileri tarafından dile getirilmektedir. Tamamen hamasi bir söylem ile “yeşil vatan için orman-ateş savaşçıları / kahramanları” olarak tanımlanan orman yangını işçileri çalışma koşulları ve özlük hakları yönünden rezil durumdadır.

OGM’nin yasalarca tanımlı asli görevlerini kendi personeline yaptırmak yerine başvurduğu taşeron şirketler, OGM’ye “hizmet satarken” işçiler üzerinden pay almakta, kendilerince maliyeti azaltmak adına yangın işçisi eğitimlerini geçiştirmektedir. Bu taşeron düzeni, asgari yangın işçilerinin asgari niteliklerini ne derece yerine getirmektedir?

Orman yangınlarıyla mücadeleyi sadece söndürmeye indirgeyen OGM, sanki bu alanda başarılı olmamak için özel bir çaba göstermektedir. Orman yangını söndürme çalışmalarında en önemli unsur söndürme çalışmalarını yöneten “yangın amiri”dir. Bu kişinin, orman yangınları ile mücadelede deneyim kazanmış olması, orman yangının gerçekleştiği yörenin topografik-meteorolojik özelliklerini bilmesi, yöredeki halkı ve ilgili kurumları tanıması ve iletişim içerisinde olması gerekir. Bu asgari niteliklerin kazanılması için uzun yıllar boyunca yangına hassas bölgelerde görev yapan, tecrübe kazanan teknik elemanların sahip oldukları bu birikimi ve teknik kapasiteyi değerlendiremeyecekleri yörelerde görevlendirildiklerini ya da çalışma yaşamı boyunca hiç orman yangını görmemiş teknik elemanların yangına hassas bölgelere yönetici olarak atanabildiklerini biliyoruz.

Bugüne kadar orman yangınları ile mücadelede uzman kadro yetiştirme derdinde olunmamıştır. Örneğin, orman yangınları ile mücadele araştırma enstitüsü kurmak akıllarına gelmemiştir. Başlı başına eğitim-araştırma konularına önem verilmemesi temel bir yapısal sorundur.

“OGM’NİN YANGIN İSTATİSTİKLERİ GÜVENİLİR DEĞİLDİR”

- Orman yangınlarının sayısı, nedenleri ve yanan alanların büyüklüğüne ilişkin OGM’nin açıkladığı istatistiklerin güvenilirliği uzun süredir tartışma konusu. Bu veriler ne kadar sağlıklı? İstatistiklerin güvenilir olmaması, yangınlara karşı etkili önlem almayı nasıl etkiliyor?

- Salih Usta: Mevcut durumda OGM’nin derlediği orman yangınlarına dair istatistikler güvenilir değildir. Sorumlu kamu görevlileri kendilerini başarısız gösterecek verileri kamuoyundan saklamak için gerçek olmayan bilgileri kamuoyuyla paylaşmaktadır. Örneğin, geçmiş yıllarda bazı yanan orman alanlarının büyüklüğü konusunda kamuoyuna yansıyan tartışmalar çıkmış ve OGM yetkililerinin yanan ormanları olduğundan daha küçük göstermeye çalıştıkları kanıtlanmıştır.

Gerek çıkan orman yangını sayısı gerek yanan orman alanı büyüklüğünün yanı sıra yangın nedenleri konusunda da kamuoyuna sunulan veriler taraflıdır. Tutulan bu istatistiklerden anlamlı bir sonuç çıkarmak ve bu sonuçlara göre önlem alabilmek mümkün değildir. Adeta bu istatistiklerde orman yangınlarının nedenleri “belirsizleştirilmekte”dir. Örneğin OGM istatistiklerinde son on yılın verilerinde, orman yangınlarının çıkma nedenlerinin yarısına yakını “bilinmemekte”dir.

OGM’ye göre orman yangını nedenlerinin yüzde 91’i “insan kaynaklı”, yüzde 9’u ise doğal kaynaklıdır (yıldırım vb.). İnsan kaynaklı nedenler “kasıt” ve “ihmal ve dikkatsizlik” olarak iki ana başlığa ayrılmaktadır. Kasıt ana başlığı altında terör, kundaklama, açma ve diğer kasıt alt başlıkları yer almaktadır. İhmal ve dikkatsizlik başlığı altında ise anız, çöplük, trafik, enerji, avcılık, çoban ateşi, piknik ve diğer ihmal alt başlıkları sıralanmıştır. Bu başlıktaki en büyük yangın nedeni de “diğer ihmal” olarak gösterilmiştir. Benzer bir belirsizleştirme alt başlıklarda da görülmektedir. Bu şekilde yayımlanan istatistiki bilgilerle, yangın riskinin azaltılması, yangınların çıkmasındaki sebep-sonuç ilişkilerinin yorumlanması ve sorumluların ortaya çıkarılması mümkün değildir. Nedenini bilmediğiniz sorunlara karşı mücadele edemezsiniz. Özellikle “kasıt” nedeni ile çıkarılan orman yangınlarının faillerine dair hiçbir istatistiki bilgi yer almamaktadır.

Kamuoyunda en fazla görünür olan anız yangınları ve enerji nakil hatlarından çıkan yangınlara dair hiçbir önlemin alınmamış olması da manidardır.

YANAN ORMAN ALANLARI HUKUKEN ORMAN STATÜSÜNDE

- Yanan orman alanlarına zeytin, badem gibi tarımsal kültür bitkileri dikilmesinin hem ekolojik hem de hukuki açıdan sakıncaları nelerdir?

- Salih Usta: Anayasa’nın 169. maddesinde “Yanan ormanların yerinde yeni orman yetiştirilir; bu yerlerde başka çeşit tarım ve hayvancılık yapılamaz.” ifadesi bulunmaktadır. Yanan orman alanları hukuken orman statüsündedir ve orman rejimi dışına çıkarılamaz. Kamuoyuna yansıyan tartışmalarda bu yanan alanların tarımsal bitki üretimine, yapılaşma ve turizm faaliyetlerine açılacağı gibi haklı kaygılar ve örnekler bulunmaktadır. Diğer taraftan, yanan ormanlara zeytin, badem vb. meyve ağaçları dikilmesi gibi bilim ve hukuk dışı, temel ekoloji bilgisinden yoksun çeşitli öneriler gündeme gelmektedir. OGM, bu tür popülist yaklaşımların yanlışlığını ortaya koymak şöyle dursun bizzat kendisi uygulamaktadır. Örneğin, Muğla’da Mazı köyünde yanan orman alanlarına kızılçam türleriyle birlikte zeytin, defne, badem gibi tarımsal ağaçları diktiği tarafımızdan gözlemlenmiştir. Özel ağaçlandırma adı altında yapılan çalışmalar da orman ekosistemlerinin tarımsal alanlara dönüştürülmesidir.

OGM, yanan orman alanlarının yerinde yeni orman yetiştirilmesinden sadece ağaçlandırma yapılmasını anlamaktadır. Oysa, yanan orman alanlarının sadece korunarak kendi hâline bırakılması ekosistemin yeniden toparlanmasına fırsat tanınması gerekmektedir. OGM tarafınca da bu durum bilinmesine karşın, yanan ormanların görünür kısımlarında (örneğin yerleşim yerlerine yakın yerlerde) göstermelik bir ağaçlandırma faaliyeti yapılmaktadır.

Yanan orman alanlarında zeytin vb. kültür bitkilerinin dikilmesi önerisi açıkça Anayasa’ya aykırıdır. Ayrıca, uygulanması hâlinde çok önemli mülkiyet sorunlarına neden olacağı, ormanların özelleştirilmesi anlamına geleceği bilinmelidir. Zeytin gibi meyvesinden, yaprağından vs. doğrudan ve dolaylı olarak yararlanılan odunsu türler doğal türler olmayıp kültür bitkileridir. Kültür bitkileri, insanlar tarafından kollanıp bakılmaya ve sürekli bakıma muhtaçtır (çapalama, ot temizliği, sulama, budama, ilaçlama vb.). Belirli bir zaman sonra zeytinliklerin özel kişi ve kurumlara tahsisi, hatta mülkiyet devri gündeme gelecektir. Böylesi bir beklenti, kasıtlı bir biçimde orman yangını çıkarılmasını da kesinlikle özendirecektir.