Gündem

“Ekonomi kırılgan, çözümler geçici”

Ekonomist Enes Özkan, Türkiye ekonomisinin kırılgan yapısına, düşük verimliliğe ve sosyal yardımlarla geçici çözümlere dayalı politikaların sürdürülemezliğine dikkat çekti. Enflasyonla mücadelenin sadece faiz artırımıyla başarıya ulaşamayacağını vurgulayan Özkan, yapısal reformların hayati önem taşıdığını söyledi.

EBRU APALAK

Türkiye ekonomisinin nabzını tutmak artık sadece verilerle değil, aynı zamanda sosyal dinamiklerle de mümkün. Ekonomist ve akademisyen Enes Özkan, üretimden tüketime, yatırım ikliminden genç işsizliğine kadar birçok başlığı SONSÖZ’e değerlendirdi. 

Özkan’a göre, Türkiye ekonomisi kısa vadeli yabancı yatırımlarla dönen kırılgan bir yapıya sahip ve bu yapı, siyasi krizlerde kolayca sarsılıyor. Enflasyonla mücadele ise görünenden daha derin ve yapısal bir sorun olarak karşımıza çıkıyor.

- Türkiye ekonomisinin genel gidişatını nasıl değerlendiriyorsunuz? Türkiye ekonomisi şu an ne durumda? 

- Enes Özkan: Türkiye ekonomisi aslında uzun zamandır yabancı yatırım konusunda ciddi bir krizde. Yabancı yatırımın iki türü var: Biri doğrudan yabancı yatırımlar, diğeri ise dolaylı yabancı yatırımlar. Doğrudan yabancı yatırımlar Türkiye'de fabrika açmak gibi daha uzun vadeli yatırımlara denir. Dolaylı, kısa vadeli yabancı yatırımlar ise ülkeye giren portföyyatırımları, hisse senedi veya devlet iç borçlanma senedi alımlarıdır. Kısa vadeli, “carry trade” olarak adlandırılan Türkiye'deki yüksek faizden faydalanmak için gerekli olan yabancı yatırım genellikle çok hızlı bir şekilde gelip hızlı bir şekilde gidebilir. Çünkü bunların yatırım yaptığı ürünler çok likittir. İşin parasal kısmı olan kısa vadeli yatırımı Türkiye bir nebze çekebiliyor fakat ekonomisi çok kırılgan olduğu için en ufak bir siyasi krizde o paranın önemli bir kısmı çıkıyor ki son zamanlarda Merkez Bankası'nın (MB) rezervlerindeki azalmanın önemli bir kısmı da yabancının çıkışından kaynaklandı. Daha uzun erimli, Türkiye ekonomisi üretimde ve tüketimde ne aşamada diye baktığımızda ise Türkiye hem işgücü verimliliği hem sanayi verimlilikleri açısından bir ülke, kapasite kullanım oranları da düşük. Genel verimlilik açısından bir düşüklük var. Ama Türk Lirası'nın (TL) diğer para birimlerine göre, görece değerli kalmasından dolayı bu kişi başına düşen milli gelirin dolar bazında biraz arttığını görüyoruz. Fakat bu, insanların refahını yukarı çekmeye yetecek bir artış olmadı. İşin sanayi üretim tarafına baktığımızda verimlilikler, bireylere baktığımızda refah kaybı, inşaat sanayi ve yan sanayi içinde de özellikle inşaata baktığımızda üretim düşüşü ve dolayısıyla bir barınma sorunu, işin para tarafına baktığımızda ise yatırımlarda maalesef bir azalma görünüyor. 

“ENFLASYONUN ÖNÜNE GEÇMEK İÇİN PARA POLİTİKALARIYLA MÜCADELE ETMEK YETMEZ”

- Hükümetin enflasyonla mücadele için attığı adımlar işe yarıyor mu? Bu adımlar yurttaşların cebine nasıl yansıyor?

- Enes Özkan: Kısmen işe yarıyor. Çünkü enflasyonla mücadele çok kapsamlı bir şeydir. Enflasyon deyince bunu sadece bir makroekonomik veri olarak kabul etmemek lazım. Bu, bir olgu. Çünkü fiyat dediğimiz şey birçok bilgiyi ve hareketi içinde saklayan bir şeydir. Fiyat son anda gördüğümüz bir şey ürünün altında, üstünde ve yanında. Ürünün o ana kadar geçen tüm safhaları aslında o fiyatın içinde gizlidir. Onun için fiyat çok önemli bir şey. Fiyat artışlarının yani enflasyonun önüne geçmek için sadece para politikalarıyla mücadele etmek yetmez. Aynı zamanda mali politikalar da uygulamak gerekir. Öte yandan hep konuşulan yapısal reformları da uzun vadede uygulamak gerekir. Türkiye, son MB Başkanı ile Hazine ve Maliye Bakanı’nın değişiminde -Mehmet Şimşek ve Fatih Karahan ikilisiyle beraber-enflasyonla mücadelenin para politikasıyla ilgili kısmında yapılabilecek her şey aşağı yukarı yapılmış oluyor. Çünkü para politikasının yapabileceklerinin bir sınırı var. Yani faiz artırımı ile enflasyonu düşürmenin bir sınırı var. Çünkü faizi artırıyorsunuz, insanları parayı harcamak yerine tasarruf etmeye yöneltiyorsunuz. Para harcanmayınca talep azalıyor. Burada enflasyonu düşürmek gibi bir mantık silsilesi var. Türkiye'deki enflasyonun tek kaynağı talep enflasyonu değil. Kaldı ki talep istenildiği ölçüde düşürülemiyor. Piyasadaki para miktarını biraz daha azaltmanız, kamu kesiminde önemli tasarruflar yapmanız lazım. Maalesef kamu kesiminde ciddi anlamda tasarruf göremiyoruz. Vergi rejiminde bazı değişiklikler yapmak lazım. Burada da kapsamlı değişiklikler olduğunu göremiyoruz. Bunlar bile yapılamazken insanların TL’nin geleceğine ve TL’nin bir tasarruf aracı olarak kullanılacağına ilişkin güvenini sağlayamadığımızdan dolayı taleplerini yüksek bir şekilde devam ettiriyorlar. Arz tarafında da maliyet yüksekliğinden -özellikle TL’nin değerinin yüksek kalmasından mütevellit- ve işçi maliyetlerinin yüksekliğinden dolayı -kiralar vs. gibi gayrimenkul maliyetleri de yüksek- üretim maliyetleri de yüksek kalıyor. Hâliyle hem arz tarafından hem talep tarafından fiyatlar arttırılmış oluyor. Bunu sadece para politikası ile düzeltemeyiz. Maliye politikası uygulamak, doğru yere doğru teşvikler vermek ve kamu tasarrufu olması lazım. Bunlar olmayınca da piyasalara ve TL’ye güven oluşmuyor. Güven oluşmayınca enflasyon istenilen seviyede düşürülemiyor. En azından şunu bilmek lazım: Bir önceki MByönetimi döneminde -Hafize Gaye Erkan’dan önceki başkan Prof. Dr. Şahap Kavcıoğlu ve Mehmet Şimşek'ten önceki bakan Nureddin Nebati döneminde- çok kötü bir para politikası yönetimi uygulandı. Piyasa gerçekten çok bozuldu. Türkiye'nin dış borçlarının ödenebilir olmasına ilişkin çok ciddi riskler oluşmuştu. Bu MB Başkanı ve Maliye Bakanı döneminde en azından riskler önemli ölçüde bertaraf edilmiş oldu. Ama enflasyonla mücadelede başarılı olduğunu söylemek çok güç. 

“BOYKOTA SEBEP OLAN SİYASİ VE HUKUKİ KARARLAR EKONOMİYİ OLUMSUZ ETKİLİYOR”

- İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı ve CHP'nin Cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu'nun tutuklanmasının ardından birçok marka boykot edildi. Boykot, ekonomiyi nasıl etkiledi? 

- Enes Özkan: CHP'nin açıkladığı boykot listesi bir hedefe, CHP’yi görmeyen medya kuruluşlarının diğer şirketlerine yönelik. O şirketler özelinde bir etki yaratmış olabilir veya yaratabilir. Gözlemlerime göre genel bir tüketim boykotu gibi bir şey -tabii ki verilere bakmak lazım- yapılmıyor. Hem açıklanan raporlara hem de bazı ekonomistlerin fikirlerine göre boykotlar ekonomiyi bir yerde etkiledi. Ne CHP'nin amacı ne de muhalefetteki diğer aktörlerin amacı ekonomik bir çöküntü ortaya çıkararak iktidarın elini zayıflatmak olamaz. Çünkü ne kadar etkin bir şekilde boykot yaparsanız yapın, bir şekilde kamu tarafından desteklenmek suretiyle şirketler bazında oluyor bu iş biraz daha yüzdürülebilir ki zaten çoğu medya kuruluşunun kamunun öncülük ettiği kaynak dağılımı vesilesiyle yüzdürüldüğünü görüyoruz. Biraz daha spesifik boykot yapılan markalara ilişkin bakmak lazım. Onunla ilgili elimde veri yok. Türkiye ekonomisine genel etkisine ilişkin kimsenin “Ekonomiyi bitirelim, batıralım” gibi bir hedefi yok. Eğer birilerinin böyle bir hedefi varsa o hedef, böyle bir boykotla gerçekleşmez. Ekonomiyi talebi biraz düşürmek suretiyle yavaşlatabilir. Bu talep düşüşü zaten ekonomi yönetiminin arzu ettiği bir şey olduğu için çok ciddi bir etki yaratacağını düşünmüyorum. Fakat bu dediklerim tüketim tarafıyla ilgili. İşin çok daha vahim bir yönü var: Bu boykot kararına sebep olan siyasi kararları veya hukuki kararların siyasi sonuçlarını göz önüne aldığımızda, bir önceki soruda bahsettiğim güven konusu TL’nin ve Türkiye'nin geleceğine ilişkin yatırımların gerekli, en azından asgari bir kazanç düzeyini tutturabildiğine ilişkin inanç ortadan kayboldukça, insanlar TL’den çıkıp yabancı para birimlerine tevessül ediyorlar. Çok mantıklı bir yöntem olmasa da enflasyonu düşürme yöntemi olarak TL’nin değerini korumaya çalışıyoruz, enflasyonla mücadeleye sekte vuruyor. O nedenle Türkiye ekonomisini çok kötü etkiliyor. Ama bu kötü etkileyen şey boykot değil, boykota sebep olan siyasi ve hukuki kararlar. Onun için boykotun ekonomiye etkisi cevaplanması muğlak bir soru. Çok fazla ölçüm gerekli ama yapılan hareketin sonucunu Dolar hareketinde ve MB’nin rezervlerinde gördük. Maalesef böyle bir negatif sonuçla karşılaştık.

- İmamoğlu'nun tutuklanmasının ardından tüm Türkiye'de yapılan eylemlere en çok gençler katıldı. Gençlerin gelecek kaygıları ve Türkiye'nin en önemli sorunlarından biri olan genç işsizlik sorunu ekonomiyi uzun vadede ne yönde etkiliyor? 

- Enes Özkan: Genç işsizliği konusu Türkiye'nin hakikaten can yakıcı konularından biri. Ekonomik Kalkınma ve İş Birliği Örgütü (OECD) verilerine baktığımızda Türkiye'de ne eğitimde ne istihdamda (NEET) olan genç oranının ciddi anlamda fazla olduğunu görüyoruz. Türkiye, OECD ülkeleri içinde en kötü durumda olanlardan biri. Bu, ekonominin geleceğini tabii ki çok kötü etkiler. Ne eğitim sahasında ne de iş hayatında kendine yer bulabilen bir insan sadece yaşamak için bir şeyler tüketmeye çabalar. NEET gençler, bir üretim faaliyetinde bulunmayan insanlar olarak bizim karşımıza çıkıyor. Onun için genç işsizliği sorununu sadece işsizlik değil, aynı zamanda eğitim hayatından koparılmayla beraber ele almak lazım. Türkiye'nin uzun vadede kalkınması için işsizlik oranını çok ciddi anlamda aşağıya düşürmesi, iş gücüne katılımı çok ciddi anlamda artırması lazım. Türkiye, işgücüne katılımın çok düşük olduğu bir ülke. Özellikle kadınların işgücüne katılma oranı çok düşük. Bunları artırmadığınız sürece verimli bir ekonomi yaratamazsınız. Bu, sadece genel ekonomik verilerin iyileşmesi için önemli değil. Bir yandan baktığınızda aktüeryal sistem -sigorta sistemi- açısından dahi o kadar büyük önem arz ediyor ki, normalde bir emekliye karşılık dört çalışanın iş hayatında olması, sigorta işlerinin dengede olması için aslında asgari şartı sağlamaktır. Türkiye'de bir emekliye 1.7 çalışan falan düşüyor. Böyle olunca ne aldığınız emekli maaşı maaş gibi oluyor, ne de ileride bağlanacak emekli maaşlarının belki de bağlanamama riski oluşacak. Yani o denge daha fazla bozulacak. Sadece gençlerin hayatıyla ilgili değil, bir ülkenin kalkınması, refahı ve yıllarca o ülkeye emek vermiş insanların yaşlılığında en azından sağlık giderlerini ve asgari yaşam şartlarını sağlamasıyla ilgili bir durum. Orada maalesef çok umutlu bir tablo göremiyoruz. Genç işsizliği problemi dünyada yaygınlaşıyor. Önümüzdeki dönemde ticaret savaşları vesaire neticesinde eğer uluslararası ticaret düşer, dünyanın ekonomik büyümesi beklenenin altında kalırsa -hatta küçülmesi bile mümkün olabilir- daha da yaygınlaşacak demektir. Bu, Türkiye'nin kötü olan durumunu daha da kötüleştirecektir. Bunun için cidden ekstra önlemler alınmalı. 

“SOSYAL YARDIMLAR YARA BANDI”

- Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin (ABB) 2024 yılı faaliyet raporuna göre Ankara’da geçen yıl 833 bin 32 yurttaş ihtiyaç desteğinden faydalanmak zorunda kaldı. ABB Başkanı Mansur Yavaş’ın göreve geldiği 2019’da 203 milyon TL seviyesinde olan sosyal yardımlar 2024’te 29 kat artarak toplam 6 milyar TL’ye ulaştı. Sosyal yardımlar yurttaşların geçim sıkıntılarını hafifletse de asıl sorunlarını çözmüyor. Yardım miktarlarındaki bu artış, sizce ne anlama geliyor?

- Enes Özkan: Bu sosyal transfer harcamaları dediğimiz sosyal yardımları da içeren o sınıfa baktığımızda kamu maliyesinde ne kadar yer tutuyor? Hakikaten ciddi bir yekûn tutuyor. Ama dediğiniz gibi bu bir sorunu çözmekten ziyade hakikaten en acil sorunlara en azından bir yara bandı bağlamak gibi bir şey. Şimdi daha uzun erimli çözümlere ihtiyacımız var. Tabii ki bunu belediyeler yapamaz. Bunu merkezi yönetimin yapması lazım. Bu paralar nihayetinde sosyal yardım harcamaları alındığı zaman hepsi harcanan paralar. Sosyal yardım harcamasını birine verdiğinizde o insanın zaten tasarruf yapacak durumu yok. Aldığını mecburen yaşamak için harcayacak. Bu yardımlar doğrudan harcamaya yönelik kartlarla vesaire yapılır. Öyle olunca da Türkiye'nin ciddi bir tasarruf açığı problemi olduğu için, insanların gelir dağılımı gitgide bozulduğu, gelir durumları aşağı doğru indiği için bir alt sosyoekonomik tabakaya doğru kaydıkları için tasarruf açığı artıyor. Sosyal transfer harcamaları da artıyor. Bunu aşmanın tek yolu verimliliği artırmaktan geçiyor. Bir ekonomide verimliliği artıramadığınız zaman yeni kaynak yaratamıyorsunuz demektir. Türkiye bir yandan cari açık ve bütçe açığı ile boğuşuyor. Ortada ikiz açık durumu var. Dış yatırım gelmesi lazım ki bu açıklar karşılanabilsin. Türkiye maalesef ürettiğinden fazlasını tüketen bir ülke. Bu da olmuyor. Bu sorun gitgide kangren hâline dönüşüyor. Üstüne bir de siyasi krizlerle bu borç faizlerinin katlanmasını eklendiğinde bu kangren olan sorunun daha fazla büyümesine yardımcı oluyorsunuz. Oradan da maalesef iyi bir şey çıkmıyor. Sosyal yardımlar tabii ki yapılmalı ama Türkiye sadece sosyal yardım yapan ve sosyal yardımları ile övünen kurumlardan kurtulmalı. Bunun yolu da o kurumlardan geçmiyor. Merkezi yönetimin bunu toparlaması lazım. Orada da maalesef çok umutlu verici bir tablo göremiyoruz.