Sağlık

HIV ile Mücadelede Asıl Sorun: Tanıya Ulaşamamak!

Gazeteci İbrahim Türk’ün haberine göre Türkiye’de HIV, tıbbi olarak kontrol altına alınabilir bir enfeksiyon olmasına rağmen, hala ağır bir toplumsal tabu olarak varlığını sürdürüyor. Tanı koymadaki gecikmeler, damgalanma korkusu ve yanlış bilgi, virüsle mücadelede en büyük engel olarak karşımıza çıkıyor.

1980’lerden bu yana dünyada milyonlarca insanın hayatını etkileyen HIV, bugün modern tıbbın sunduğu ilaçlarla kronik bir sağlık durumu olarak yönetilebiliyor. Erken tanı ve düzenli tedaviyle virüs baskılanıyor, bireyler sağlıklı ve bulaştırıcılığı olmayan bir yaşam sürebiliyor. Ancak İbrahim Türk’ün kaleme aldığı detaylı haber, Türkiye’de HIV’e karşı verilen mücadelenin yalnızca tıbbi değil, aynı zamanda sosyal bir direniş olduğunu gözler önüne seriyor.

Sağlık Bakanlığı’nın verilerine göre her yıl artan tanı sayılarına rağmen, asıl büyük sorun hâlâ görünmeyenler: Test yaptıramayanlar, tanıya ulaşamayanlar, geç evrede teşhis konulanlar... Çünkü toplumda hala HIV hakkında ciddi bilgi eksiklikleri ve yanlış inanışlar var. En büyük engellerden biri de damgalanma korkusu. İnsanlar yalnızca sağlık sorunuyla değil, aynı zamanda sosyal dışlanma, iş kaybı ve ifşa edilme korkusuyla da mücadele etmek zorunda kalıyor.

HIV’in bulaş yolları, tedavi süreci ve AIDS ile farkı konusunda da toplumda yaygın yanlışlar var. Tokalaşmak, aynı ortamda bulunmak ya da aynı eşyayı kullanmakla HIV bulaşmazken, hala bu tür temaslar bile insanların dışlanmasına neden olabiliyor. Bu da erken testin önündeki en büyük psikolojik bariyeri oluşturuyor.

Haberde görüşlerine yer verilen uzmanlar, Türkiye’nin tedaviye erişim konusunda önemli bir noktada olduğunu ancak tanıya ulaşmada sınıfta kaldığını söylüyor. Enfeksiyon Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Özlem Altuntaş Aydın, tanı alanların büyük kısmının tedaviye erişebildiğini ancak toplumda hâlâ test oranlarının çok düşük olduğunu ifade ediyor. Aydın’a göre asıl sorun tanı konulamayan bireyler: “Şu anda tanıda yüzde 50 civarındayız. Yani toplumdaki her iki kişiden biri HIV taşıdığını bilmiyor.”

Özellikle kayıtsız göçmenlerin hiçbir sağlık hizmetine ulaşamaması, HIV’i yalnızca bireysel değil, doğrudan halk sağlığıyla ilgili bir mesele haline getiriyor. Kaos GL'den Defne Güzel’in ifadeleriyle, “HIV konuşmak demek; cinselliği, LGBTİ+ kimlikleri, madde kullanımını ve göçmenliği konuşmak demek.” Bu konuların toplumda tabu olarak kalması, HIV’in de görünmez kalmasına yol açıyor.

Sivil toplum kuruluşları, toplumun doğru bilgilendirilmesi ve bireylerin desteklenmesi konusunda hayati bir rol üstleniyor. Ancak Pozitif-iz Derneği’nden Önder Bora’nın da belirttiği gibi, bu yük yalnızca STK’ların omzuna bırakılamaz. Devletin de açık, ulaşılabilir, anonim test merkezlerini yaygınlaştırması ve kamuoyunu bilinçlendirme sorumluluğunu üstlenmesi gerekiyor.

İbrahim Türk’ün haberinde çizdiği tablo net:

HIV ile ilgili temel problem, artık tıbbi değil; sosyaldir. Tanı konulamayan her birey, hem kendi sağlığını hem de toplum sağlığını riske atar. Oysa bilimsel veriler gösteriyor ki HIV, düzenli tedaviyle bulaştırıcılığı sıfırlanabilen bir virüs. “Belirlenemeyen = Bulaştırmayan” (B=B) prensibi, bunu kanıtlıyor.

Türkiye’nin önünde açık bir görev var: HIV’i tabu olmaktan çıkarmak, testin önündeki engelleri kaldırmak, sağlık hizmetlerine eşit erişimi sağlamak ve korku yerine bilgiyle hareket etmek. Ancak o zaman, bu görünmeyen Pandemiye gerçekten dur diyebiliriz.