İşe giderken, sabah bindiği dolmuşun radyosunda haberlerin anonsu verildi. Saat yedi olmak üzereydi. Önceki gün mesaiye kalmıştı. O günün haberlerini dinlemeye fırsatı olamamıştı. Haberlerde, 2019 yılında İstanbul belediye başkanlığı seçimleri yapılmıştı. Ancak, seçim yapılmıştı ama her yerin seçimi açıklanırken İstanbul’un belediye başkanlığı seçiminde belirli bir süre sonara sandık sayımlarının basından açıklanması duruyor, saatler geçiyor ama partilerin aldığı oy bir türlü açıklanmıyordu. Ancak iktidar partisi belediye başkan adayı seçimi kazandıklarını ilan ediyordu. Şehrin çeşitli köprülerine ve önemli merkezlerine asılan pankartlarla, İstanbul halkına teşekkür ediyordu. Muhalefet partisi ise seçimleri kendilerinin kazandığı anacak bunun ellerinden alınmaya çalışıldığını ilan ediyordu. Bu çekişme bir gerginlik şeklinde sürüp giderken Muhalefet partisi adayı seçimi yaklaşık 13.000 oy farkıyla kazandığı ortaya çıkıyordu. Sonra seçimler iptal edilmiş, bu sefer sekizyüzbin oy farkıyla seçimi, muhalefetin adayı tekrar kazanmıştı.

İşe giderken, sabah bindiği dolmuşun radyosunda haberlerin anonsu verildi. Saat yedi olmak üzereydi. Önceki gün mesaiye kalmıştı. O günün haberlerini dinlemeye fırsatı olamamıştı. Haberlerde, 2019 yılında İstanbul belediye başkanlığı seçimleri yapılmıştı. Ancak, seçim yapılmıştı ama her yerin seçimi açıklanırken İstanbul’un belediye başkanlığı seçiminde belirli bir süre sonara sandık sayımlarının basından açıklanması duruyor, saatler geçiyor ama partilerin aldığı oy bir türlü açıklanmıyordu. Ancak iktidar partisi belediye başkan adayı seçimi kazandıklarını ilan ediyordu. Şehrin çeşitli köprülerine ve önemli merkezlerine asılan pankartlarla, İstanbul halkına teşekkür ediyordu. Muhalefet partisi ise seçimleri kendilerinin kazandığı anacak bunun ellerinden alınmaya çalışıldığını ilan ediyordu. Bu çekişme bir gerginlik şeklinde sürüp giderken Muhalefet partisi adayı seçimi yaklaşık 13.000 oy farkıyla kazandığı ortaya çıkıyordu. Sonra seçimler iptal edilmiş, bu sefer sekizyüzbin oy farkıyla seçimi, muhalefetin adayı tekrar kazanmıştı.

Aklında, bu olay yaşanmış olarak kalmıştı. Haberlerde İstanbul belediye başkanı Ekrem İmamoğlu seçimlerle ilgili bir konuşmasından dolayı, Yüksek Seçim Kurulu hâkimlerine hakaret ettiği gerekçesi ile iki yıl yedi ay ceza almasının yanında bir de siyasi yasaklı olarak hüküm giydiğini söylüyordu. Belediye başkanı bu sözü Yüksek Seçim Kurulu Hâkimlerine değil, İç İşleri Bakan’ının söylemiş olduğu bir söze karşılık söylediğini ifade etmesine ve ülkenin önemli hukukçularından mütalaa almasına rağmen mahkeme böyle bir karar verdiğini ifade ediyordu.

Kafası karışmıştı. Bunca sene sonra böyle bir şeyle, seçilmiş bir başkanın, karşı karşıya kalmasına anlam veremedi. Diğer taraftan bu konuya ilişkin Hükümet edenlerin, yargının bağımsız olduğunu ve kararlarına karışmadıklarını söylemeleri de anlaşılır gibi değildi. Hükümete karşı söylenen her şeye karşı anında tepki veren ve doğrudan hesap soracağız, cezasız kalmayacak, en ağır cezayayla cezalandırılacaklar gibi birçok demeç veren yüksek yüksek yöneticiler vardı.

İktidar edenlere en küçük söz söyleyenler, sabahın köründe evlerinden alınıyor, bilimsel bir tespiti anlattığı için hemen gözaltına alınıyor ve tutuklanarak hapishaneye gönderiliyordu.

Muhalefet yönetemiyorlar diye iktidarı eleştiriyordu. Tek çare olarak söz söyleyenleri, eleştiri hakkını kullananları vatanın birliği ve toplumun değerleri adına sözsüz bırakıyorlar, yaşananı görüp de söz söyleyenleri görmeyin, duymayın diye susturuyorlardı. Hala muhalefettin Cumhurbaşkanı adayı kim olacak tartışmaları sürüyordu.

Muhalefet partilerinin hemen harekete geçtiklerini ve saraçhanede toplandıklarını ve verilen kararı telin ettiklerini de spiker anons ediyordu.

Ardından son duyduklarına inanamadı bir kaç gündür altı yaşında bir çocuğun yaşadıklarını gazeteden okumuştu. Nasıl olurdu daha kendi adını bile doğru düzgün söyleyemeyen bir yaştaki çocuk evlendirilir ve yıllarca tacize uğrardı. Üstelik bunu iki yıl önce Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığının bilmesine rağmen suç duyurusunda bulunmamıştı. Bakan, TBMM deki konuşmasında bunu kamuoyuna açıklıyordu.

Bu tartışma kamuoyunda sürerken, Bursa’da bir çocuğun açlıktan öldüğünü haberlerden duydu. Kafasından kaynar sular dökülmüştü. Kendisinin de bu yaşta bir çocuğu vardı. Ona bir şey olabilir mi? sorusu gözlerinin önünden biran için su gibi akıp gitti.

Kendi sendikalı değildi ama amcasının oğlu kamuya ait bir işyerinde çalışıyordu. Kendi aldığı maaşın neredeyse üç katını alıyordu. Onun bağlı olduğu sendika her ay açlık ve yoksulluk rakamlarını açıklıyordu. Asgari ücretle çalıyordu. Geçen sefer artırılan asgari ücret iki ay sonra alım gücünü yitirmiş, tek maaşla geçim koşullarına yetişemez olmuştu. Aldığı ücret sendikanın açıkladığı geçim endeksine göre yoksulluk sınırının altında kalıyordu, geçinemiyordu. Bakan açıklamıştı, sendika bu rakamları yanlış açıklıyordu. Ama kendi bir hesap yapıyordu, her iki açıklamada kendine göre yanlış ve eksik kalıyordu. Aldığı asgari ücret karnını doyurup ertesi gün işine gidecek enerjisini sağlayacak bir ücret hiç değildi. Kira, elektrik, doğal gaz, gıda, çocuğun okul masrafları alt alta koyuyordu bunları bile karşılamıyordu.

Sürekli uzun çalışmalarına rağmen, en küçük bir hata yaptığında makine başında vücudunun her hangi bir yerine zarar verecek bir çalışma sürdürürken, ülkeye kattığı değerleri düşündü. Emeğini esirgemiyordu, ailesinin huzur içerisinde yaşamasını, kızının okumasını istiyordu. İstedikleri çok bir şey değildi. Açlıkla sınanmayan, İnsanca bir yaşam!!!?

Bütün gün yaşayacağı yoğun bir çalışma ile Ülkesinde yaşanan sorunları düşündükçe içine büyük bir hüzün çöküyordu, nasıl oluyor da iktidar bunları çözme yeteneğini gösteremiyor, bunca çalışmaya rağmen, ülkenin kaynakları nereye gidiyordu? Nasıl oluyor da muhalefet gelecekte bu zorlukları çekenleri, çaresiz kalanları, açlıkla sınanları, emeğiyle geçinenleri, ikna edemiyor, iktidara gelme kararlılığını gösteremiyordu.

Günlük hayatın sorunları, gündelik yaşamla bağlıydı. Nasıl oluyordu da bu kadar insan çalışıyor, üretiyor hala açlıktan çocuklar ölüyordu… Hukuka saygı neden bu kadar değersiz olabiliyordu.