Bugünkü yazımda, kahraman ve yurtsever iki insanın adı geçecek. İkisinin de yazımın ana konuları ile ilgileri yok. Biri araştırmacı gazeteci, yazar ve hukukçu Uğur Mumcu, diğeri gazeteci, yazar, hukukçu, Bülent Ecevit’in başbakanlığındaki Hükümetin Kültür Bakanlarından (1978-1979), bilim insanı ve sivil toplum gönüllüsü Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalı.
Cumhuriyet Gazetesi yazarı Uğur Mumcu, 24 Ocak 1993 Pazar günü, aracına konan bombanın patlaması sonucu, benim algımla, demokrasi ve basın şehidi oldu. Adını böyle ölümsüzleştirdiler utanç verici eylemi düşünenler, tasarlayanlar, uygulayanlar ve destekleyenler. O gün, TRT’yi izliyordum evimde. Alt yazıyı okuyunca, bombaların bazı parçaları sanki bana da geldi, ancak öldürmedi.
Ey halkım, Uğur Mumcu ile sanki anıtlaştı. “Ey halkım” ifadesi aklımdan hiç çıkmaz ve çok etkiler. Tamamı şöyle. “Vurdular ey halkım unutma bizi.”
Kısa UMAG olan Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı, 1996 yılında bu isimle Kitap+CD yayınladı. Kitabı hazırlayanlar, Uğur Mumcu’nun vurulduğunu ve unutulmaması gerektiğini bu şekilde tarihe emanet ettiler. Tarihin sonsuza kadar bu emaneti saklayacağına ve koruyacağına inancım sonsuz.
Bugünkü yazımın ana konusu ile yukarıdaki satırların ilgisi “Ey halkım” dediğim başlıkta var.
Türkiye’yi gerçekten küllük ve çöplük haline getirme yolunda her gün ilerleyen insanların çok olduğu bir halkın içinde yaşıyoruz. Bu nedenle başlığı düşünürken ve halka seslenmek isterken “Ey halkım” demek gereğini duydum.
Prof. Ahmet Taner Kışlalı, 21 Ekim 1999 tarihinde, Çayyolu-Ümitköy’deki evinin önünde, arabasına konan bombalı paketin patlamasından sonra, benim algımla demokrasi, basın ve hukuk bilimi şehidi oldu.
Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalı’nın da yazımın ana konuları ile ilgisi şöyle.
3 Ekim 2022 Pazartesi günü, Kızılay’dan, yer altı treni olan Ankaray’a bindim, Koru son durağında indim. Ankaralılar caddesinden yukarı çıktım. Ahmet Taner Kışlalı Parkı ve heykeli karşımda. Evet, Ahmet Taner Kışlalı Parkı. Konu parktaki az da olsa çöpler ve inanılmaz sayıda sigara izmaritleri.
Zaten, iki kahramanın ismi, yazının ana konusu ile ilgisi asla olamaz. İki kahramanı çok genç yaşta yitirdik. Tertemiz kişiliklerdi. Diğer kahramanların bazıları gibi, isimleri yapıtlarda, parklarda, caddelerde, yüreklerde, akıllarda yaşıyor.
Şiddetsiz Toplum Derneği, ölümlerinden sonra olsa da, Uğur Mumcu ve Ahmet Taner Kışlalı’ya, birkaç yıl önce “Şiddetsiz Yaşam Ödülü” sundu. Mumcu ve Kışlalı’nın, ödülleri görememelerinden dolayı çok üzgünüm. Uğur Mumcu’nun ödülü, kızı Özge Mumcu Aybars’a, Ahmet Taner Kışlalı’nın ödülü ise eşi Nilüfer Kışlalı’ya sunulmuştu.
Sonsöz Gazetesindeki haftalık yazılarımda çevrenin kirletilmesi konusuna sıkça yer veririm. Çünkü, yüreğimi dağlayan, gözlerimi aşırı derecede rahatsız eden, hatta utandıran görüntüler var ülkemde, Ankara’da, nereye gitti isem oralarda.
Her neyse, Parka girdim. O da ne!…
Ahmet Taner Kışlalı Parkının, otobüs duraklarına bakan kenarları, hatta iç kısımları sanki izmarit mezarlığı. İçeri girdim biraz yürüyüş yapayım diye. Adım başı, sigara izmariti, yiyecek ve içeceklerden kalan, daha doğrusu çoğunluğu genç tanımına giren insanların yerlere attığı çöpler.
Sigara içenler, o görüntülerden hiç rahatsız olmamışlar ki, çevrelerindeki insanlardan çekinmeden, bakmadan yerlere izmarit atmayı sürdürdüler. Uyardım elbette. “Hiç yakışmadı” dedim.
Çayyolu ve çevresinde, eğitim ve ekonomik düzeyi oldukça yüksek olanlar yaşıyor. Eğitim, ekonomik güç ve çevreyi kirleten düzgün giyimliler. Araştırmaya değer, değer de araştırmada hangi yöntemler kullanılabilir, sonuç raporu nasıl hazırlanabilir, öneriler bölümünde neler yazılabilir, o öneriler nasıl yerine getirilir, kanımca sıkıntılı.
Uyardığımda, izmariti yerden alıp çöpe atanları, hani sigara içenleri rahatlatıyordu, ara sıra da şaşkınlıkla, bazen kızgınlıkları bakanları görüyorum.
Özel araç veya taksi demeden yerlere izmarit ve çöp atanları o gün başka yerlerde de gördüm. Baktığında şık giyimli, temiz oldukları belli olan çoğunluğu erkekler.
Yere çöp ve izmarit atan kadınları da gördüğümde yine uyarıyorum ve “işte kadın şiddeti” diyorum.
Ayrıca, uyarırken şunları da ekliyorum, genç, erkek, kadın demeden. “Sigara içmeye ayırdığınız zamanı bir daha geri getiremeyeceksiniz, ciğerinizi de bir süre sonra aynı hissedemeyecekseniz.”
Artık hemen hemen her uzman şu sözleri söylüyor. Şiddetin cinsiyet yok. İnsana, hayvana ve çevreye şiddet uygulayanların içinde kadınlar da var, ancak erkekler çok çok fazla.
Sokaklar, kalabalık yerler, havada dumanlar, yerler çöp ve izmaritlerle dolu.
Bir anımı paylaşmak isterim.
Yıllar önce, büyük bir alışveriş ve dinlenme tesisinin geniş bahçesindeyim. Kadın ve erkek iki kişi, oturuyorlar. Erkek sigara içiyor. Bir ara, pantolonuna kül düşmüş olmalı ki, boş eliyle silme, külleri düşürme hareketi yaptı. Yanlarına yaklaştım. “Çok özür dilerim, dikkatimi çektiniz, pantolonunuzu elinizle külden temizliyorsunuz, ancak sigara içerek ciğerlerinizi kirletiyorsunuz” dedim. Hak verdiler, verdiler de erkek içmeyi sürdürdü.
Sabahın erken saatleri. Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi önünde, Aşağı Kapıda bekliyorum. Aman Tanrım diyecek görüntüler.
Çiçekliklerde çiçek kalmamış. Gömülmüş sigara izmaritleri, yenenlerden, içenlerden artanlar. Hastane görevlilerinden, taksi sürücülerinden, hastalardan ve ziyaretçilerden çok sayıda izmarit ve çöp üretenleri gördüm. Çok yazık.
Sizlere bir park ve bir üniversite hastanesinden örnekler verdim. Gazi Üniversitesi, Ankara Üniversitesi, devlet hastanelerinin bahçeleri, bekleme ve araç park yerleri, büyük ölçüde aynı durumda.
Taksi, otobüs, tren ve dolmuş durakları, özel veya kamu işyerlerinin bahçe ve kaldırımları aynı durumda.
Daha önceki yazılarımda, Mamak sınırları içindeki Şafaktepe Parkındaki izmarit ve çöplerden söz etmiştim. Ne söz etmesi, sanki haykırmıştım.
Şehitlik, Şafaktepe Parkı, Çankaya, Altındağ, Mamak, Ağrı, Erzincan, Çanakkale, Karaman, İstanbul, Ankara… farketmiyor.
Şu gerçeği söylemeyi ve bunların iyi gerçeklere dönüşmesi için örgütlü ve iletişim içinde katkı koymayı sürdürmeliyiz.
Milli Eğitim Bakanlığı, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı, Tarım ve Orman Bakanlığı, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı, Kültür ve Turizm Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı, valilikler, belediyeler, üniversiteler, muhtarlıklar, meslek örgütleri, gönüllü kuruluşlar, basın ve yurttaşların geniş çaplı birlikteliği gerekli.
Kimliğimde 1943 yılında doğduğum yazılı. Ancak, inanın, çok daha fazla yaşadığımı, belki 300 yıl, yaşlı ve yorgun olmadığımı hisseden Türkiye sevdalısı bir insan olarak söylüyorum, bu yazıda isimleri yer alan veya almayan tüm kuruluşlar sınıfa kalmıştır.
Çevreyi acımasızca kirleten, yakınlarındaki insanları zehirleyen, doğaya ve hayvanlara şiddet uygulayan, yasal yetkisi, para ve insan gücü olmasına karşın, bu durumları sanki izleyen kurum, kuruluş ve kişiler sınıfa kalmak şöyle dursun, okuldan çıkarılmış, uzaklaştırılmış gibiler benim için.
Yine de herkese, birlikte ve topluca bir mücadele önerimi yineliyorum.
Bu yazımda son olarak şunu belirtiyorum.
Yurdunu, Türkiye’mizi çöplüğe ve küllüğe çevirdin ey halkım, durdur kendini artık. Durmasını bil, ey halkım…