Yolun Sonu Zafer!

Başkomutan son kez Ankara’dan ayrılıp cepheye gitmeden önce, yakın arkadaşlarıyla Keçiören’deki bir bağ evinde buluştu. Uzunca süren içkili bir yemeğin ardından onlarla vedalaşırken “ Taarruz haberini alınca hesap ediniz. 15 gün sonra İzmir’de olacağız!” dedi. Arkadaşları, duyduklarına pek de inanmamışlardı. Bu mümkün olabilir miydi?

Gazi Paşa, ertesi gün için Çankaya Köşkü’nde bir çay ziyafeti vereceği haberini Anadolu Ajansı vasıtasıyla duyurmuştu. Haberi yayınlayan Yunus Nadi Bey idi:

 “Taarruza hazırlık işi şöyle dursun, bilâkis 25 Ağustos günü için Çankaya’da Gazi Mustafa Kemal tarafından verilecek mükellef bir çay ziyafetinin haberini gazeteye yazmağa memur ediliyorduk. Bu haberi Recep Peker Çankaya’dan bizzat bana telefon ediyor ve onu itinalı bir yere koymaklığımı bilhassa tavsiye ediyordu. “Bir haftadan beri Anadolu’nun dışarı ile ve bilhassa İstanbul’la her türlü haberleşmesi kesilmiş ve bundan yalnız Çankaya’da verilecek mükellef çay ziyafeti haberi için bu kurala uyulmamıştı. Şüphesiz bilerek dışarıya yansıtılan bu haber İstanbul’u dolaşarak Avrupa’ya kadar gitmiş ve en iyisi karşımızdaki düşman karargâhına kadar ulaşmıştı.”

 O gece çok güvendiği birkaç arkadaşıyla vedalaştı, onlara yokluğunda yapılacak işleri bildirdi. Çankaya Köşkü’ndeki son akşam, Mustafa Kemal, Yaver Cevat Abbas ve eski silah arkadaşlarından Yarbay Fuat ( Bulca) ile birlikte bahçedeydi. Cevat Abbas o akşamı şöyle not ediyordu:

“Kendisi kayanın yüksek yerinde oturdu, biz de dizleri dibinde yer aldık. Üçümüzden başka kimse yoktu. Fuad beni, ben Fuad’ı takviye ederiz düşüncesiyle yapacağı savaş hizmetinden bizi mahrum etmemesini evvelâ ben Atatürk’ten rica ettim. Fuad da aynı ricada bulundu. Atatürk gülerek ‘Sizin her ikinizin Ankara’da işiniz var, alamam’ dedi. Atatürk, ‘İkinizin de burada iki vazifeniz var. Biri Ankara’da sizin gibi yakınlarımın kalması; birkaç gün için hareketimin gizli tutulmasına hizmet edecektir. Her ikiniz de Mecliste, şehirde görüldükçe ve benden bahsolundukça burada olduğumu muhataplarınıza temin edersiniz. Diğeri, pek zayıf bir ihtimal ise de, çok dikkatli takip olunacak bir iştir. Taarruzda behemehâl muvaffak olacağım, ancak binde bir ihtimal dahi olsa; ordunun ileri, geri hareketlerini burada fena tefsir edenler bulunabilir. Bana dönerek, ‘Sen, mecliste her türlü cereyanı takip eder ve ona göre gerekenleri aydınlatırsın. Dedikodulara meydan verme, alacağın haberlere nazaran arkadaşlara doğru yolu gösterirsin.”

Başkomutan, 16 Ağustosu 17’sine bağlayan o gece, annesinin elini öptükten sonra gizlice yola koyuldu. Tuz Gölü kenarından Konya’ya vardı.

20 Ağustosta Konya’dan Akşehir’e geçen Gazi Paşa, Batı Cephesi Komutanına taarruz tarihini verdi: 26 Ağustos!

Sonrasını biliyorsunuz. Şafak sökerken Türk topları gürlemeye başladı, Mehmetçik düşmanın tahkimatlı siperlerine girdi. İkinci gün cephe yarıldı, ardından çekilen Yunan kuvvetleri her yandan baskı altına alınarak masa başında kurgulanan plan çerçevesinde çember içine alındı. 30 Ağustos 1922 günü düşmanın asıl kuvvetlerinin büyük kısmı imha edildi ve Mehmetçik İzmir’e doğru kaçan Yunan birliklerini kovalamaya başladı. Büyük Önder, ordularına, Akdeniz hedefini vermişti. Süvariler adeta birbiriyle yarışarak ve düşmanla vuruşarak İzmir’e doğru at sürdüler. Rüzgar kanatlı atlılar 9 Eylül’de İzmir’e vardığında, kordonu dolduran büyük kalabalık, tarihin son süvari senfonisine tanık oluyordu. Parke taşları üzerinde şakırdayan nallar alev çıkarıyor, dalga seslerine atların kişnemeleri ve subayların komutları karışıyordu. Nihayet İzmir, Türk bayrağına kavuştu.

Başkomutan süvarileri yakından takip ediyordu. Ordunun büyük kısmı henüz gerilerdeyken, o ve maiyeti Belkahve’den İzmir’i doya doya seyrediyordu. Belki de o sırada aklında, iki hafta önce vedalaştığı arkadaşları vardı. İzmir’e, 10 Eylül günü girdi. Askerleri onun hesabından 1 gün önce İzmir’e varmıştı. Kendisi ise tam da bildirdiği gibi 15’inci günde Akdeniz kıyılarına vardı.

İzmir’in işgal edildiği gün, Bandırma Vapurunda, “Tam yol Karadeniz’e” emrini vermişti. Yaklaşık 3 yıl 4 ay sonra ise Milli Mücadele’nin efsanevi emri gerçekleştirilmiş, Mehmetçik Akdeniz’e varmıştı. Başkomutan, edebiyat şaheseri sayılabilecek bir zafernâme yayımladı:

“Asil Türk Milleti, Ordularımız 9 Eylül sabahı İzmir’imizi ve 9 Eylül akşamı Bursa’mızı kazandıkları zaferle kurtardılar. Akdeniz askerlerimizin zafer çığlıklarıyla dalgalanıyor. Büyük Türk Ulusu, Millî ordular 14 gün içinde büyük bir düşman ordusunu yok ettiler. 400 kilometrelik aralıksız bir kovalama yaptılar. Anadolu’daki bütün işgal edilmiş yerlerimizi geri aldılar. Bu büyük zafer senin eserindir. Büyük ve Necip Türk Milleti, Anadolu’nun kurtuluşunu kutlarken sana İzmir’den, Bursa’dan, Akdeniz çevrelerinden ordularının selamlarını da sunuyorum” 

Kuşkusuz bu beyannameyi okuyanlar arasında Rauf ( Orbay) Bey başta olmak üzere o gece bağ evinde bulunan arkadaşları da vardı. Hatta,  Türk Ordusu’nun kımıldayamayacak durumda bulunduğunu iddia eden milletvekilleri…Acaba onlar ne düşündüler? 15 günde İzmir’e varacağını söyleyen dahi bir komutana inanmadıkları için pişmanlık hissetmişler midir?

Büyük Önder, hem dehasıyla tarih yazıyor, hem de yazdığı tarihi harikulade metinlerle tarihe armağan ediyordu. Üstelik o metinlerin içinde yarası olanların gocunacağı nazireler yapmayı da ustalıkla başarıyordu.

Gelelim bize; Mustafa Kemal, Ankara’dan cepheye sessiz sedasız gitmişti. Bu anlamlı günde bir kültür ve sanat etkinliği düzenlenemez mi?

 “Yolun zafer olsun, paşam!” diyerek onun aziz hatırasını cepheye yolcu etmek mümkün olmaz mı?