YEREL DÜZEYDE SİVİL TOPLUM İŞ BİRLİĞİ, KATILIMI ve DEMOKRASİ (2)…

Bir önceki yazımda, Denge ve Denetleme Ağı’nın, 15 Mayıs 2024 Tarihinde Ankara’da, “Yerel Düzeyde Sivil Toplum İş Birliğinin ve Katılımının Geliştirilmesi “ konulu ve iki bölümlü panel düzenlediğini, dile getirilen görüş ve önerileri  önümüzdeki yazıda paylaşmaya  ve yorumlamaya çalışacağımı belirtmiştim. Panelde paylaşılan görüş ve önerileri iki bölümde anlatabileceğimi ve yorumlayabileceğimi sanmıştım, yanılmışım.

Çünkü, çok uzun, mutlu ve umutlu ek yıllar dilediğim ömürlerinin büyük bir             bölümünü şiddetsiz, sevgi ve dostluk dolu  “İyi örnek Türkiye” için vermiş bilim insanlarının, uzmanların ve gönüllülerin konuşmalarından eksiksiz not alabilmek ve kısaca yorumlayabilmek hiç kolay değil.

Paneldeki konuşmalarda, elbette uzun yıllardır alışılmış bir şekilde olduğu gibi, “sokak hayvanları” ve  “su baskınları” ifadeleri kullanıldı. Her zaman “sokak hayvanları, sokak çocukları, su baskınları, sel baskınları”  ifadelerine karşı çıkmışımdır.

Hayvanların cinslerine göre tanımlanmasından yanayım. “Sokakta çalışmak veya yaşamak zorunda kalan çocuklar” denmesi daha yakışır sanırım. Aslında, bu tanımların tümü Türkiye’nin ve insan türünün büyük bir haksızlığıdır.

Sel veya su baskınlarına gelince. Su veya sel basmaz hiçbir zaman. Yağmur, kar veya akarsuların doğallığına engel koyarsanız, yatağını, insanın kaba yöntemleri ve şiddet kullanarak değiştirirseniz, toprakla, arazilerle buluşmasına engel olursanız, olaya  “sel veya su” baskın demek, insanın neden olduğu gerçek baskıları ve baskınları göremezsiniz, görmemenin ağır ve acı sonuçlarını önleyemezsiniz.

Tarım alanlarının ve sahillerin işgal edildiği, kamusal alanlara saldırıların arttığı, yerelden başlaması gereken demokrasinin Merkezden, Ankara’dan yönlendirilmeye çalışıldığı, gençler başta olmak üzere insanların örgütlü hareketten çekindiği, panelde öne çıkan görüşler oldu.

Yerelde yapılan çalışmalar sırasında, yerel yöneticilerin “Acaba Ankara ne der” anlamında konuşmaları, Ankara’daki siyasetçi ve kamu görevlileri ile yerel yöneticiler arasındaki iletişim ve demokrasi bağında, dahası, görev, yetki ve sorumlulukların paylaşımında,  zaman, emek ve kaynak yitilen ağır sorunların bulunduğunu göstermektedir.

Yerelde, iletişimde, örgütlenmede, demokraside, adalette, güvenlikte ve eğitimde sorun varsa, ülke düzeyinde de ağırlaşan sorunlar var demektir.

Bu sorunlarda, iktidarı oluşturan veya iktidarı destekleyen bazı siyasi partilerin ve bazı  dinsel inançların etkisi varsa, çözüm çok zordur. Hatta hafif veya ağır şiddet çeşitleri de üretebilir böylesine oluşturulan sorunlar. Türkiye ve Dünya, bunları yaşıyor. yaşamaması için gösterilen şiddetsiz ve demokratik çabalar çok yetersiz, elbette çok da etkisiz.

Şiddetsiz Toplum Derneği’nde de, sıkça “İçinde şiddet olmayan siyasal parti ve inanç farklılıklarına saygılıyız” diyoruz. Keşke, bunları söylemek zorunda kalmasak. İnsanlar, küçük yaşlarda, ailede, okulda, sokakta, yaşadıkları her yerde, farklılıkların doğal zenginlik olduğunu öğrenebilselerdi. Hepimiz, keşke, insana, hayvana ve doğaya yönelik şiddeti değil, sevgi, saygı, hoşgörü ve dostluğu, aile yaşamında, okullarda, ders kitaplarında, canlı ve yüz yüze uygulamalarda, televizyon programlarında, belgesellerde, dizilerde öğrenebilseydik.

Günümüzde, siyaset, eğitim, kamu yönetimi, gazetecilik başta olmak üzere, çocukların ve gençlerin yararlanabileceği alanlarda yaşanan az sayıdaki iyi örnekler, çok sayıdaki kötü örneklerin koyuluğu ve ağırlığı altında görünemez, taşınamaz hale geldi.

Gençleri ve daha ileri yaşlardaki insanları bir gönüllü kuruluşa (STK) davet eden iyi insanların, “Kuruluşunuz, örgütünüz, kimden yana, hangi siyasi partiye yakın, iktidarla ilişkisi nasıl” veya benzeri sorularla karşılaşmalarına şaşırmamalıyız, üzülmemeliyiz. Ancak, bu noktaya nasıl gelindiğini düşünmeli, haklara dayalı kurallar içinde şiddetsiz yöntemlerle çözüm üretmeliyiz. Şiddet etkisi yapan konuşmalarda veya davranışlarda bulunan siyasetçileri, farklılıkları dışlayan siyasetçiler gibi davranan atanmış bakanları, diğer kamu görevlilerini de ötekileştirmeden görüş ve öneri üretmeli, katılmalı ve katkı koymalıyız.

Gençler ve aile bireyleri, insan soyunun birlikte, dayanışma içinde olması anlamına gelen  “Örgüt, örgütlenme” kelimelerinden korkuyorlar, ürküyorlar. Çünkü, devletin, bugünlerde ise iktidarın yayın organı gibi davranan TRT başta olmak üzere, tüm televizyonlar, gazeteler ve sosyal medya organları, sürekli  “örgüt çökertildi, örgüt mensubu yakalandı” gibi yayınlar yaptılar, yapıyorlar. Böylece, hem örgütün ismini yayıyorlar, örgütü tanıtıyorlar, hem de “örgüt korkusu” üretiyorlar, sivil toplum örgütlerine, gönüllü kuruluşlara zarar veriyorlar.

Gerçek örgüt, tüzel kişilikleri bulunan ve yasalara dayalı olan siyasal partiler, kamu, yerel ve özel kuruluşlar, sendikalar, odalar, barolar, dernekler, vakıflar, federasyonlar ve konfederasyonlardır. Silahlı olarak şiddet üreten, kan ve gözyaşı dökülmesine neden olan yapılara da örgüt derseniz, elbette gençler ve aileler korkacaktır, ürkecektir. Ülkeyi ve Dünyayı kurtaracak, kan ve gözyaşını durduracak olan gönüllü insanların oluşturduğu demokratik kitle örgütlerine verilen zararlar son bulmalıdır.

Nasıl mı? Yine siz gönüllülerin örgütlü, şiddetsiz, kadın-erkek birlikte, sabırlı, dirençli mücadelesi, yetmez, siyasetçi, kamu, basın ve gönüllülerin birlikteliği ile.

Denge ve Denetleme Ağı ile konuşmacı ve katılımcıların katkıları, çabaları ve özverileri ile düzenlenen panelin çarpan etkileri, aslında her canlıyı kucaklayan sonuçları, yerin üstündeki cennet parçası, evimiz Türkiye hedefine büyük ve gönüllü bir katkıdır.

Türkiye ve Dünya’da yaşamış, yaşayan  ve gelecekte  yaşayacak silahsız ve şiddetsiz gönüllülere selam olsun.

(Son bölüm gelecek yazımda)

Soldan,  Emre Yeşilyurt, Gülşen Yazıcı, Nuray Usta, Teşrife Boysan, Güler İpek,  Avni Aydın, İbrahim Baş, Yuhanna  Aktaş ve oturumu yönlendiren Nilüfer  Demiroğlu.