Yer sofrasında iftar açan politikacı görüntüleri artık bir ramazan klasiğine dönüşmüş bulunmaktadır. Eskilerde, çok eskilerde, kendi de yer sofralarında yemek yemiş olsa dahi artık gündelik hayatında masa sandalye kullanan bir çok politikacı “bakın bende sizdenim, sizin gibi yer sofrasında yemek yiyorum” mesajını vermek için böyle fotoğraf karelerinde sık sık yer almaktadır.
Yer sofrası esas itibari ile fakirliği, yokluğu, yoksulluğu değil göçebeliği ve geçiciliği yansıtır, böyle bir yaşam biçimini sembolize eder.
Masa sandalye yerleşiklik ve kalıcılığın, yer sofrası ise göçebelik ve geçiciliğin simgesidir. Malum göçebe yaşam tarzında insanlar o otlak senin bu otlak benim, kışın ovada yazın yaylada sürülerin peşinde dolaşıp dururdu. Bu yaşam biçimi kalıcı binalar yapmaya ve kolayca taşınamayan eşyalar edinmeye elbette ki izin vermemektedir.
Yer sofrası kolayca toplanabilen, kullanılmadığı zaman yer işgal etmeyen ve üstelik sandalye gibi taşınması zor hacimli ek eşyalara da ihtiyaç duyulmayan bir yeme, içme eşyasıdır.
Bilmeyen yeni nesil için, yer sofrası nedir, yer sofrasında nasıl yemek yenir biraz anlatayım; önce yere ter temiz bir yaygı serersin, üstüne kasnağı koyar, siniyi kasnağın üstüne yerleştirir, etrafına da minderleri dizersin. Eskilerde sofra sahibinin zenginliğine bağlı olarak siniler de yaygılar da kıymetlenir ve büyürdü. Elbette sofraya getirilen yiyecek içecek de sofra sahibinin zenginliğine bağlıydı.
Sofraya buyur edilenler bir mindere oturur, yaygıyı hafifçe dizlerinin üstüne doğru çekerek yemek yerken üst başlarının kirlenmesini, ekmeğin sağa sola saçılmasını da engellerlerdi. Yemek sonrası arta kalanlar ve bulaşıklar toplanır, sini, kasnak ve minderler yüklüğe kaldırılır yaygı toplanarak çırpılırdı. Böylelikle göçebe yaşam tarzında çok kıymetli olan bir alanda kolayca boşaltılmış, yerden tasarruf edilmiş olurdu.
Malum göçebe yaşam otağ ya da yurt adı verilen çadırlarda sürdürülüyordu, bu çadırlarda yer son derecede kısıtlıydı. Bu çadırlar kolayca toparlanıp denk edilir, develere, atlara ya da kağnılara yüklenerek göç kurulurdu. Gidilen yerde bunları yeniden kurmak da fazla zaman ve emek gerektirmezdi. Bu yüzden göçebe yaşam biçiminde kullanılan her eşya minimalist, pratik ve taşınmaya uygun olmalıydı. Yer sofrası işte bu gereksinimi tam olarak karşılamaktadır. Bu özelliği ile yer sofrası aslında yoksuluğa ya da yokluğa da işaret etmez. Sonuç olarak yer sofrasında et yiyip, süt içiyorsan tahta masada bayat ekmek kemirip, bezelye çorbası içen bir Avrupalı’dan daha zenginsin demek değil midir?
Yer sofrası kurmak da masa sandalye yapmaktan daha basit, ucuz ve kolay bir şey değildir üstelik.
Sini dediğin eskilerde cidden çok ama çok kıymetliydi. Siniler de çoğu diğer mutfak eşyası gibi bakırdan dövülür, üstüne türlü türlü desen elle işlenerek güzelce kalaylanır ve pırıl pırıl olurdu. Anneannem 93 harbi sonrası Osmanlı Balkanlardan çekilirken Bosna’dan göç edip gelen muhacirlerdendir. Hiç unutmam, rahmetli çocukluğunda alel acele alabildikleri eşyayı yüklenip gelirken, oralarda bırakmak zorunda kaldıkları onca eşya arasında bakırdan dövülmüş koskoca bir ziyafet sinisini anlatır durur, keşke onu da alıp getirebilseydik diye iç geçirirdi.
Sonuçta hemen her yerde bolca bulunan ve kolayca işlenebilen ağaçtan bir masa yapmak, yanına üç beş tahta tabure, seki koymak, bakırdan sini dövmekten sonra da kalaylamaktan çok daha kolay ve ucuzdur. İsteyen herkes böyle bir ağaç işini kolayca yapabilir, lakin sini yapmak zordur, herkes yapamaz ve oldukça da pahalıdır. Önce bakır ve kalay madenlerini üretecek, sonra bunları güzelce işleyerek döve döve yemek yemeye uygun bir sini yapacaksın, sizce de bu herkesin yapabileceği kadar basit, kolay ve ucuz bir iş değildir, değil mi?
Saraylarda ve köşklere masa sandalye gibi mobilyalar kullanmak yerine yer sofrasında mindere oturup, sinide yemek yiyen Osmanlı ileri gelenleri ve zenginleri herhalde fakirliklerinden dolayı böyle yapmıyordu değil mi?
Sonuç olarak yer sofrasında kurulup yemek yemek, fakirliği, yokluğu, yoksulluğu değil göçebe yaşam biçimini yansıtan bir kültürün göstergesidir.
Göçebe kültür elbette Türkler’in bu gün büyük ölçüde tek etmiş oldukları, artık geçerliliği kalmamış, sürdürülemez bir yaşam biçimidir, zaten dünyada da bu yaşam biçimini sürdürmekte direnen üç beş kabile dışında pek fazla bir örneği de kalmamıştır.
Siyasilerin bu folklorik yaşam biçimini yad etmeleri elbette bir hoşluktur, lakin demedi demeyin ekonomik olarak ya da siyaseten hiç bir karşılığı yoktur…