YELPAZEYİ ANIMSATMA

“İdeoloji kavramının” bilimsel bir tanımı vardır. Kökeni Latince olan “İdeoloji” kelimesini irdelersek “ide” fikir, “loji” takısı ise “bilim” demektir. Yan “İdeoloji” fikir bilimi demektir.

Peki, bu “sağ ve sol” terimleri nasıl ortaya çıktı?  “Sol” ve “Sağ” terimleri ilk kez 1789 Fransız Devrimi sırasında ulusal meclis  üyelerinin oturumuyla başladı. Meclis başkanının sağında dine, krala sadık eski rejim destekçileri, solunda ise radikal devrimciler oturdu.

1791’den itibaren ulusal meclis üyeleri değişse de saflaşma sürdü. Fransız Meclisinde “yenilikçiler”, “ılımlılar” merkezde ve solda, kendilerine “anayasanın vicdanlı savunucuları” diyen eski rejim savunucuları sağda oturdu.

Dünya İşçi sınıfı 1848 Devrimi günlerinde saflaştı. Bu saf tutma “demokratik sosyalistler” ile “gericiler” olarak isimlendirildi.  

Fransa’da 1871’de Üçüncü Cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte terimler siyasi partiler tarafından benimsendi. Cumhuriyetçi Sol, Merkez Sağ, Merkez Sol, Aşırı Sol (1876) ve Radikal Sol (1881)... Vs. Vs. olarak uzayıp gitti.

Birde işin ilginç bir vardı. “Sol” ve “Sağ” kelimeleri ilk başta muhalifleri tarafından hakaret olarak kullanıldı. Gerçekte soldakiler kendilerini sıklıkla “cumhuriyetçiler” sağdakiler ise kendilerini sıklıkla “muhafazakâr” olarak isimlendirdi...

“Sol” ve “sağ” kelimelerinin kullanımı Fransa’dan diğer ülkelere hızla yayıldı. Örneğin, İngiliz siyasetinde “sağ” ve “sol” terimleri ilk kez 1930’ların sonlarında İspanya İç Savaşı’na ilişkin tartışmalarla kullanıma girdi. 

İspanya İç Savaşı sırasında faşist falanjistler, “sağ” ve “sol” kavramların olmadığını ilk savunan siyasi hareket oldu!

Dünyada genel olarak sol kanat özgürlük, eşitlik, kardeşlik, insan hakları, ilericilik, reform ve enternasyonalizm gibi fikirlere, sağ kanat otorite, hiyerarşi, düzen, yurtseverlik, görev gibi kavramlara vurgu yaptı.

Eskiden çoğunluk ayrımın temel faktörünün “sınıf” olduğundan yanaydı. Özellikle Batı’da kapitalist ekonomiler geliştikçe, aristokrasinin yerini burjuvazi aldıkça, Avrupalı işçi sınıfı sömürgelerden gelen maddi getirilere “ortak” edildikçe “sınıf” vurgusunu azalttı.

Batılı siyasi partilerin ekonomi, mali ve politik tavırlarında sol ile sağ arasında ideolojik fark kalmamaya başladı. Bu ayrım; otoriterlik, laiklik, cinsiyetçilik, feminizm, çevre kirliliği, gibi konulara kayıp gitti. 

Örnek vermek gerekirse; neoliberalizmin soldaki “Üçüncü Yol”  temsilcisi Tony Blair 2006’da İngiltere başbakanı iken siyasetteki ana ayrımı sol-sağ değil, açık-kapalı olarak tanımladı. 

“Açık” seçmenler kültürel olarak liberal, çok kültürlülük ve küreselleşmeden yana olma eğilimindeyken, “kapalı” seçmenler kültürel olarak muhafazakâr, göçe karşı olmak gibi korumacılıktan yanaydı!

 “Eşitlikçilik” gibi sosyal adalet talepleri unutuldu. “Emperyalizm” komplocu düşünce gösterilmeye başlandı! Burjuva demokratik sistemini benimsemiş dünyanın kimi ülkelerinde siyasi partiler anayasaların vazgeçilmez unsurları olarak kabul edildi.

Kendi ideolojisinin mümkün olan tek siyasi görüş olduğunu iddia edenler, sol ve sağ kavramlarının “tedavülden kalktığını” ileri sürdü!  

Fransız düşünür E. Auguste Chartier’in 1931’de yaptığı açıklamada diyor ki:

“İnsanlar bana sağ partiler ile sol partiler ayrımının hâlâ anlamlı olup olmadığını sorduklarında aklıma gelen ilk şey şu: Bu soruyu soran kesinlikle solcu bir kişi değil.”

Sonuç olarak diyorum ki Türkiye’de siyasi partileri sağcı-solcu; Atatürk gençliğini de aynı ayrıma sokan siyasetçiler o gündür bu gündür oy avcılığını sürdürüyorlar. 

“Başka hangi oy ticareti sürdürülüyor?” derseniz bu ticaret İktidar partisi AKP tarafından o kadar artırıldı ki; bir size birkaç tanesini saymak istiyorum.

Kürtçülük-Türkçülük ticareti…

Vatan hainliği ticareti…

Terör ve terörizm ticareti…

Milliyetçilik ticareti…

Bu ticaret o kadar çok ki saymakla bitmez. En iyisi ticarete son vermektir.

OLACAK İŞ Mİ?

Tarih: 27 Şubat 2024… Yer: Çağlayan İstanbul Adliyesi’nin önü sarıklı cüppeli adam, konuşuyor. Yarı Arapça yarısı Türkçe bağırarak konuşuyor: “Nasıl Atatürk’ü koruma kanunu varsa, nasıl cumhurbaşkanına küfreden hapse atılıyorsa biz Allah için de koruma kanunu, resulullah için de, dinlerimiz, değerlerimiz için de koruma kanunu çıkarılsın istiyoruz” diyor.

Sorduk soruşturduk, öğrendik ki adamın adı Nusret Oktar, Hayırların Fethi Derneği (HAYFED), adı altında örgütlenmişler Türkiye’ye şeri devlet düzenini getirmeye çalışıyorlar.

AKP yandaşı TV’ler bu haberi tam metin veriyor. Nusret Oktar, zaman zaman Arapça konuşarak dünya genelinde Müslümanların zulme uğradığını, inançlarına küfredildiğini anlatıyordu. 

Bu çığlıkların arkasında AKP iktidarı var. Öyle olmasa bu adamların yakasına Cumhuriyet savcıları yapıştırdı. 

Sanırsınız Türkiye’de gerçekten Atatürk’e küfreden ceza alıyor! Şevki Yılmaz denilen şahıs, Atatürk’e yönelik hakaretleri toplumda büyük bir infial yaratmamış gibi ortada geziyor.

Konuşmasının başında bu meselenin “Türkiye laiktir, laik kalacak” mevzusu olmadığını iddia eden Oktar, daha sonra“Türkiye laik midir? Laiktir. Laik mi kalacaktır? Allah bilir. Bu ülke yüzlerce yıl şeriatla yönetildi” diyerek kendi kendisini yalanladı.

Her gecen gün hukuk devletinden monarşiye bir gidiş uç veriyor.

Anayasaya açıkça karşı olan böyle bir eylem adliyenin önünde hiçbir müdahale olmadan nasıl yapılabiliyor? Laiklik isteyen gruplara anında müdahale edilirken, şeriatçılar ülkede nasıl böyle rahatça toplanıp açıklama yapabiliyor?

Bunun yanıtını yine Nusret Oktar veriyor. Oktar diyor ki; “Sayın Cumhurbaşkanımız daha iki hafta önce şeriatın İslam olduğunu, Kuran olduğunu bizzat canlı yayında açıkladı!” diyor.

Bu neyi gösteriyor? Halkın iki kutba ayrıştırılmasını, şeriat taleplerinin artmasını AKP ve AKP’li Cumhurbaşkanı RTE’nin açık desteğini gösteriyor.

Bütün bunlar adliyelerin içinde ve önünde yaşanırken, tek bir cumhuriyet savcısının yetkilerini kullanmaması ibret vericidir. 

Devletin her kademesinde kim olursa olsun, hukuk dışına, Anayasa ve yasaların dışına çıkanlardan Atatürk Cumhuriyeti’nin gerçek savcıları hesap sormalıdır. 

Ne utanç vericidir ki bu makamda oturanlar, şeriat talebinde bulunanlara yani devlet yönetiminde ve hukuk sisteminde şeri kanunların uygulanmasını isteyerek suç işleyenlere karşı sessizliklerini koruyor.

Cumhuriyet savcılarının bile görevlerini tam yetki ve sorumlulukla yerine getirmediği, getiremediği bir ülkede hukuk devletinden kimse söz edemez. 

Bu sistemin adı padişahlık sisteminin de gerisinde bir sistem değil mi?

Türkiye; Osmanlı monarşisine özlem duyanların şeriat istemesi rantına geldi dayandı. 

Cumhuriyetin 100. yılında laiklik, kuruluş yıllarında olduğu gibi, en temel mücadele alanıdır. Atatürk’ün vefatından sonra bu cepheyi oy için boşaltanlar, tarikatlara ve cemaatlere ödün verenler ve dincilerle kol kola girenler, bugünkü şeriat çığlıklarına güç verenlerdir. Bunun başında da RTE ve ekibi geliyor.