Askere giden herkes bu türkünün sözlerini ezbere bilir, zamanında bizde sabahın ayazında, tam teçhizat;
Yaylalar yaylalar
Dilo dilo yaylalar
Ay akşamdan ışıktır
Yaylalar yaylalar
Yaylalar yaylalar
Yüküm şimşir kaşıktır
Dilo dilo yaylalar…
sözleri ile tempo tutarak az mı koştuk….
Lakin yaylalar konusu bu sefer marş olarak değil 15 yaylanın imara açılması ile sonuçlanabilecek yeni bir kararnamenin yayınlanması nedeni ile gündeme geldi.
Resmi Gazete’de yayımlanan kararda, “Ekli listede adları belirtilen alanların ‘yayla alanı’ olarak ilan edilmelerine ilişkin aynı listede tarih ve sayıları yazılı Bakanlar Kurulu kararlarında yer alan hükümlerin yürürlükten kaldırılmasına, 6831 sayılı Orman Kanununun 17’nci maddesi gereği karar verilmiştir.” denildi. Bahse konu 17. madde bölgenin imara açılabilmesini öngörüyor.
Amasya’da Ahmetoğlu, Keşbeli, Çukurtuzla, Melikli, Çukuryayla, Alanbaşı, Kadı Çayırı, Kulam, Peynirçayı, Düvenci, Fındıkpınar, Bolu’da Göllü Ören, Yaylabeli ve Trabzon’da Hıdırnebi-1, Hıdırnebi-2 yaylaları emir ve komuta ile yaylalıktan çıkarılmış bulunmaktadır.
Yahu bir yayla yayladır, emir komuta ile yayla olmaktan nasıl çıkarılabilir ki?
Yapılan işin sonucu yaylayı yaylalıktan çıkarmak değil, olsa olsa yaylayı asfalta ve betona gömmek olacaktır…
Bu asfalt, beton aşkı nedir anlamak mümkün değil doğrusu. Bir yayla yaylayken; otuyla çimeniyle, börtü böceğiyle, ağacı, suyu ve havası ile güzeldir. Ağacı keser beton direkler dikersen, otu çimeni ezer asfalta gömersen, havasını egzoz gazı ile zehirler ve suyuna kanalizasyon boca edersen yaylanın ne güzelliği ve ne özelliği kalır ki?
Demedi demeyin; asfalta, demire ve betona aşık, gözünü dolar yeşili bürümüş bu kafa ile böyle gidilirse ortada ne nefes alınacak yayla kalacak ve nede yaylalardaki meşe, ahlat ya da şimşir ağaçları.
Kaldı ki yaylalar sadece bizim de değildir; koyunun kuzunun, kurdun kuşun, arının ve kelebeğin binbir nebatat ve hayvanatın da hakkı vardır yaylalarda. İnsan doğada diğer canlılar ile birlikte, onların da yaşam hakkını ihlal etmeden yaşamaya özen göstermez ise doğanın intikamının korkunç olacağından emin olabilirsiniz.
Beton yenmez, asfalt içilmez ve duman solunmaz, kanalizasyona kesmiş su ile banyo yapamazsınız! Temiz hava, temiz su ve temiz toprak yitirildikten, ağaçlar kesilip hayvanların nesli kurutulduktan sonra bunları para ile de geri getiremezsiniz. Biz doğaya ihanet ettik, tanrı affetsin demenin de hiçbir faydası olmaz, demedi demeyin; tanrı affetse doğa affetmez, kendisinden alınanı eninde sonunda geri alır, intikamını öte komaz…
Karadeniz’de derelerin intikamını görmeniz de mi aklınızı başınıza getirmemektedir? Anadolu’ya artık ya yağmur yağmıyor, toprak yarım yarım yarılmış, kesek kesek çatlamış suya hasret kalıyor ve yahut da bir anda bardaktan boşanırcasına yağıp sele dönüşüyor; toprağı, ağacı, binayı, köprüyü, önüne ne çıkarsa silip süpürüp götürüyor. Bunu da mı görmüyorsunuz?
Yaşanmakta olan iklim değişikliğinin nedeni yok edilen bitki örtüsü, fabrika, konut ve araçların atmosfere saldığı sera gazları değil midir?
Her bir ağaca gözümüz gibi bakıp, çorak alanları ağaçlandırmak küresel iklim değişikliğine bir nebze de olsa çare olacakken neden hangi akla hizmet yeni ağaç ve yeşil katliamlarına yol açacak işler ediyorlar anlamak mümkün değil doğrusu.
Ağacı, ormanı kesip sonra da yağmur duasından medet ummak, rasyonel akla ve mantığa uymakta mıdır? Ağaçsız, ormansız coğrafyaya, dua ile yağmur yağsa Arabistan çölleri çayırlık ve orman olmaz mıydı diye de mi düşünmüyorsunuz?