Dünya’ya geliş amacını kamçılayan bir üretimle geçen hayatın, gururla söylenen bir özeti: “yaşamışım diyorum”…
Peki, siz hiç diyor musunuz, bu hayatı yaşamışım diye?
“İnsan gördükleri kadardır” diye okumuştum bir yerlerde. Eğer biz gördüğümüz kadarsak, acaba yeterince mi gördük? Yoksa üretim ve hayat sanatında paçalarından yetersizlik akan bir çaylak mıyız?
Sakinlikle hayatı karşılayanlar hep huzura erenler midir? Bu hafta bir arkadaşımı metro istasyonuna bırakırken Eskişehir yolunda kendimi şöyle konuşurken buldum: “Bu DSİ binasının bir dönem otomasyon bakımını biz yaptık… Bu Togo Kuleleri’nin jet fan otomasyonunu biz yapıyoruz… Atatürk Kültür Merkezi’nin mekanik otomasyonu da bizim işimiz…” Ayaküstü yaptığım bu reklamın altında aslında ne vardı? Satır arasında neyi okumalıydım? Tatmin olmamış bir başarı hissi mi, yoksa “yapıyoruz işte” hazzı mı?
Bir röportajında, kendisini daha çok sanat filmlerinde gördüğüm bir aktrist, “Ben çok şey gördüm, artık azla yetiniyorum” demişti. Bilgelik asasına mı yaslanmıştı yoksa kaybettiği kariyerin ve ekonomik rahatlığın üzerini umursamazlıkla mı örtmüştü?
90’larda büyük mekanik işler yapmış bir firma sahibiyle konuşmuştum. “Yıldızlı aracın sıfırı bayiye geldiği an ilk beni ararlardı” demişti o mağrur duruşuyla. Peki, neden o yıldızlı meşale bugüne taşınmadı? “O kadar profesyonelce hatalar yaptım ki, bu kaderi yaşayacağım belliydi” dedi. Ama yine de yaşanmışlığın bir dinginliği vardı tavırlarında.
İnsanlara sorun. “Nerede hata yaptınız?” veya “Sizi siz yapan neydi?” deyin. Mutlaka anlatacaklardır.
Lao-Tzu: “Gerçek anlamda bütün olun; her şey size gelecektir.” demiş. O halde, her haliyle bütün olanlara mı her şey gelir?
İş dünyasında ilham aldığım, kütüphanemde de yer verdiğim bir isim ‘öğrenin, öğrenin, öğrenin’ derdi. ‘Yaşayın, yaşayın, yaşayın’ değil. Çünkü yaşamak var, bir de gerçekten yaşamak var…
Bir yakınımla konuşurken “İnsanlar bedel ödemeden başarı hikayelerinde süslü uçurtma olabileceklerini sanıyor. Oysa çıtaları çok ıslak, özgürlüklerini asla istedikleri yükseklikte tatmayacaklar” dedim. Bunu her sabah 5:30’da uyanıp rutinlerine sadık biri olarak söylüyordum. O zaman yaşanacaklar, bugün yaşanmışlıkların iz düşümü müdür?
Yıldız Kenter’in “Caniko” belgeselinde gördüğümüz, hem insanlara eli değmiş hem de yaşanmışlıklarını öğretmek için çabalamış üretken mimarın hikayesi, işte tam da o “yaşadım” diyebilenlerden. Bu, yaşam sanatının zirvesi olmalı…
Mesela ünlü trajedi yazarı Esilos’un, bir efsaneye göre, kafasına düşen bir kaplumbağa nedeniyle hayatını kaybettiği anlatılır. Rivayete göre bir kuş, avladığı kaplumbağanın kabuğunu kırmak için yüksekten bırakırken, Esilos’un saçsız başını kaya sanmış. Ölüm, onu en yavaş sayılabilecek canlının eliyle yakalamış. Esilos, ‘yaşadım’ demiş midir peki? Eğer bu anekdot ve yazdıkları bugün hâlâ bizdeyse, elbette yaşamıştır.
Ve şimdi dönelim size: Siz gerçekten yaşadınız mı? Kutsal ve rutin görevler dışında, hayatın size sunduklarıyla benliğiniz tamamlandı mı?
Yoksa hâlâ sessiz bir ıslık gibi, içinizden Nietzsche’nin o sözüyle mırıldanıyor musunuz:
“Beni öldürmeyen şey, güçlendirir…”