YARIN VAR MI? 04.17/AYŞE ERKİN GÖK

Yazar, Ayşe Erkin Gök, kitabının adını YARIN VAR MI? 04.17 diye koymuş. Okurken tüylerimizin diken diken olduğu kapağın adı aklımıza geldiğinde uçsuz bucaksız yolculuklara çıktığımız soru aklımızı tırmalıyor, kalp atışlarımızın ritmi değişiyor. Peki, yarın var mı?

Herhangi yarının olmayacağını biliyoruz ama hiç biliyormuşuz gibi davranmıyoruz.

On bir şehirde yaşayan milyonlarca insan da yarın var diye yatmışlardı bir kış günü sıcak yataklarına ama aramızdan ayrılanlar için yarın olmadı maalesef…

Deprem değil, sağlam yapılmamış binalar öldürür deniliyor. Zamanında yapılmayan kontroller, ihmaller öldürür diyor bilim insanları. Yazar, Ayşe Erkin Gök’te: “Depremle birlikte bizim ve birçoğumuzun hayatında değişen vazgeçtiğimiz alışkanlıklarımız var. Değişmeyen tek şey ise insanların vurdumduymazlığıydı.” Diyor.

Kapağın en tepesine de şöyle bir not koymuş: Yazar, Ayşe Erkin Gök “Zaman kimimiz için hor kullanılmış bir kavram…” Evet, yaşarken neleri erteliyor, neleri savsaklıyoruz yarın! Yaparız diye. Oysa yarın yok aslında. Can Yücel, şöyle diyor: Ömür dediğin üç gündür; dün geldi geçti, yarın meçhuldür. O halde ömür dediğin bir gündür; o da bugündür.

Yine Gök’ün kitabından: “Şimdiye kadar hep bir kitap yazma düşüncesi vardı aklımda. Hatta depremden önce bir arkadaşımın hayat hikâyesini ufak ufak yazmaya başlamıştım, o da yarım kaldı, tıpkı yaşanmışlık ve yarım kalmış hikâyelerin, anıların, geçmişimizin mazide kalması gibi.”

Ayşe Erkin Gök arkadaşla, Ankara Kitap Fuarında tanıştık. Daha sonra bir fuarda daha karşılaştık. Kitabı okumadan yazmam doğru olmazdı. Zaten kitap hakkında bir şey de yazamazdım. Okuyacağım çok kitap olduğu için, okumam ve yazmam da bugüne kadar uzadı. Mutlaka o deprem günlerini ve hâlâ sarılamayan yaraları unutmamak, unutturmamak için mutlaka “okunması gereken” kitaplar listesine eklemenizi öneririm.

Şimdi YARIN VAR MI? 04.17’den alıntılarla yazıma son vermek istiyorum.

“Çok kadim bir şehirde yaşıyorduk. Farklı etnik kökenli insanların olduğu, kimsenin kimseyi kırmadığı, dilinden, dininden mezhebinden dolayı yargılanmadığı ve birbirimizin bayramlarında birbirimizi tebrik etmeyi, birbirimize gülümsemeyi, sahip çıkmayı, sevdiklerimizin her daim her koşulda yanında olmayı kısacası her güzel anı geride bırakacağımız o bir buçuk dakika gelip çatmadan hep böyle güzeldik.”

Ayşe Erkin Gök, ön sözün bir yerinde şöyle diyor: Kitabım üç bölümden oluşuyor. Birinci bölümde depremden birkaç yıl önce yaşadıklarımdan özet geçtim, umarım sizi sıkmam. İkinci bölümde deprem ve sonrası yaşadıklarımız, üçüncü bölümde ise depremde yakınlarımın ve arkadaşlarımın yaşadıklarına ait makaleler var. Makalelerin her biri diğerinden daha çok yakıyor insanın canını ben olaylara başka bir gözle bakan Konyalı Gönüllü hemşire, Gülsevil Göçmenoğlu’nun yazısını paylaşmak istiyorum.

“Gittiğim yerlerde güzel fotoğraflar paylaşmaya çalışırım ama bu kez tek bir fotoğraf karesine sığmayacak zihnimdeki kareleri paylaşmak istedim. 6 Şubat’ta Konya’dan yola çıkıp ulaştığım Maraş’tayım. Bir damla suyu kalmamış, soğuk koridorlara saçılmış hastalar ve deprem gecesinde bile yerini terk etmemiş sağlık çalışanlarıyla can Pazar yaşanan bir hastanede. Amacı hasta takip etmek olan müşahedenin morg olarak kullanılışını gördüm. Yakınının yaşam mücadelesine ve son nefesine şahit olan insanlar, bütün ailesini kaybetmiş yavrular gördüm. Bir önceki mesaisinde omuz omuza çalıştığı ekip arkadaşının ölüm haberini alanların yanında iki arkadaş en acı sarılışı gördüm. Ailesinden yirmi üç can kayıp verenleri gördüm.

Enkaz altında onlarca ses duyup, bir cana ulaşmak için sesi kısılan, yaralanan kahramanlar gördüm. Cenazesini bulduğuna şükredip, kucaklayıp götüren insanları gördüm. Gece yatarken ailesini sevdiklerini düşünüp, yarınlar için hayal kurup, planlar yapıp; iş, prestij, mal sahibi olan insanların sabaha kurtarabildiği bir canı ve ıslak kıyafetler olduğunu, bir gün önce Ayşe, Fatma, Ahmet olanların bir gecede kimliklerini kaybedip isimlerinin sahipsiz cenazelere dönüştüğünü gördüm.

Dükkân yağmalarken bıçaklanıp, benzin kuyruğunda vurulup hastaneye gelenleri gördüm. Krizi kendince fırsata çevirmeye çalışan yaşananlardan ders almamış sözde esnaflar gördüm. Hastaneye böyle bir günde bile hırsızlık yapmaya gelen vicdanı körelmişler, onca hengâme arasında sosyal hesaplarda paylaşım yaparak reklam kasmaya gelen riyakârlar gördüm.

100, 110, 138 saatlerde kurtarılan hayatlar, mucizeler gördüm. Bir tas çorba dağıtmak için onlarca kilometreden bir tüpünü suyunu alıp çıkagelmiş vatanseverler gördüm. Hastane bahçesinde top oynamak için koşturan her şeyden bihaber zannettiğimiz o çocukların verilen bir çikolatayı bile yemeyip alıp başkasına götürmedeki masumiyetini gördüm. Bir an için olsun karşılık beklemeden düşünmeden bir yaraya merhem olmak için gelirken yapılan fedakârlıkları, boş kalıp yardımım olmazsa korkusu ile yediği her lokma için vicdan azabı duyup işini saygıyla yapanları gördüm.

…”

Acıların bir daha asla yaşanmaması umuduyla, yakınlarını kaybedenlere sabır ve baş sağlığı, yaralanan ve engelli kalanlara acil şifalar diliyorum. Kalemine sağlık kıymetli Ayşe Erkin Gök. Daha nice eserlerinde ama hüzün taşımayanlarında buluşmak dileğimle…