Yani bir sosyoloji oluşturuldu, bir fikir oluşturuldu, ne yazık ki hastalıklı bir ruh hali oluşturdu ve bundan kurtulmak kolay değil. Benim gördüğüm bütün prosedürler tamamlanmış ve bütün bu turlarda bu bahsettiğim oluşturulmuş olan bariyerlerin bir biçimde psikolojik olan, sosyolojik olan, kamuya ait olan bariyerlerin açılması ile ilgili gerekli hazırlıklar yapılmış.” Diye de devam etmiş...
Kerameti kendinden menkul bu zat-ı muhterem birde sosyoloji profesörüymüş, gel de gülme.
Bakınız Mazhar Efendi siyaseten konuşuyor ve bilerek gerçekleri çarpıtıyorsa demedi demeyin çok ayıp ediyor demektir. Yok eğer bilip bilmeden konuşuyor, boş beleş atıp tutuyorsa bu da ülkemizdeki eğitimin kalitesinin ne kadar vahim bir noktada olduğunu gösteriyor demektir.
Ben kahin değilim, fal bakıp adamın niyetini okuyacak halim de yok neticede neden dolayı böyle konuştuğu pek önemli de değil. Burada önemli olan iddialarının yanlışlığı ve bende bu söylemin vatandaşların kafasını bulandırma olasılığına karşı gerçekleri anlatayım istedim.
Bu sözde sosyoloji hocası toplumsal evrim diye bir konudan bihaber olmalı ki çağdaş ulus devletler ile arkaik hanedan devletlerini kıyaslayıp, bünyeye uymadı falan diyor ve birde kalkıp hiç utanmadan “deli gömleği giydirdiniz” ve “hastalıklı bir ruh hali oluşturdu” gibi abuk sabuk hükümler kuruyor...
Tamam kendisi arkaik feodal düzenler peşinde koşan bir fikri yapıdan geliyor ve bu doğrultuda siyaset yapıyor ama gene de biraz izan, biraz insaf beklemek hakkımız değil mi?
Malum tarım çağı toprak sahipliği esasında örgütlenmiş toprak hanedanlarının iktidarı ve bu hanedanların iktidarını legalize eden, onlara meşruiyet kazandıran ve bunu yapabilmek için de onları halka “tanrı tarafından seçilmiş kişiler” olarak takdim eden dini düzenlerin egemen olduğu bir çağdı.
Tarım çağının bitmesi ve sanayi çağının başlaması ile birlikte önce sosyoloji değişti sonra da siyaset. En nihayetinde toprak hanedanlarının iktidarı sona ererken kapital sahiplerinin iktidarı başladı yani feodalizm yerini kapitalizme bıraktı.
Bu devrimsel değişim ile birlikte feodal düzenlerin egemenlik ve meşruiyet kaynağı olan dinlerin de dönemi kapandı.
Egemenliğin kaynağı insan oldu ve halkların egemen olduğu anayasal düzenler yani Cumhuriyetler’in dönemi başladı.
Ulus devlet ya da milli devlet modeli hangi coğrafyada, hangi halkın egemen olduğunu belirleyen temel modeldir. Bu model ilk olarak İngiliz Monarşisine karşı savaşıp egemenlik hak ve özgürlüklerini kazanan Amerikan halkı tarafından hayata geçirilmiş ve Amerika Birleşik Devletleri bu ilke üzerinde kurulmuştur.
Türkiye Cumhuriyeti Milli Egemenlik ilkesi üzerine kurulan doğu uygarlığına mensup ilk devlettir ve Aydınlanma devrimi ile başlayan Hümanist çağın doğuda yükselen ilk ışığıdır.
Mustafa Kemal Atatürk’ün “Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Türkiye halkına Türk Milleti denir” sözü ise Türk Milleti’ne getirilmiş en doğru tanımlamadır.
Unutmayın bir halk ancak ve ancak egemenlik hak ve özgürlüklerini kazandığı andan itibaren Millet olarak tanımlanabilir.
Gelelim “Bu ‘Ulus Devleti Modeli’ Bu coğrafyaya hem tarihsel, hem kültürel, hem de toplumsal olarak uymadı” iddiasına.
Bu iddia tamamen bir safsatadan ibarettir ‘Ulus Devleti Modeli’ Bu coğrafyaya amiyane tabir ile cuk uymuş, Cumhuriyet mükemmel bir şekilde oturmuştur.
Ulus Devlet modeli bu coğrafyada 102 yıl önce kurulmuştur. Bu coğrafyada Ulus Devlet modeli kurulurken tüm dünyada Rus Çarlığı, Osmanlı Sultanlığı, Avusturya Macaristan İmparatorluğu, Alman İmparatorluğu Hint ve Çin İmparatorluğu gibi bir çok hanedan devlet modeli çökmüş, yerle yeksan olmuştur ama Cumhuriyet 100 yıldır ayaktadır.
Bu coğrafyada kurulan Ulus Devlet modeli feodal beylerin ağaların şeyhlerin şıhların da hükmüne son vermiş Türkiye coğrafyasında yaşayan tüm insanlar din dil cins ve etnik köken ayrımı yapılmadan hukuk önünde eşit vatandaş, toplum hayatında özgür birey olma vasfına kavuşmuştur.
Bunu beğenmeyip monarşilerin ve feodal beylerin kul köle tebaa modeline övgü düzen sosyoloğun aklına şaşarım şaşmakla da kalmaz turp suyu sıkarım...