“Resimlerimde canlı renkleri kullanmayı ve insanların yüzlerindeki o tebessümü görmeyi seviyorum”
Değerlimiz, Cemal abime;
Tarifsiz bir özlemdir bıraktığın
Tarih kitaplarına sığmayan
Dostlarının andıkça gözü nemlenir
Kurşun yarasıdır yangımız iflah olmayan
Özlemini emerim göğün göğsünden
Anamın sütü gibi helal bana
Sen sadece fiziken yoksun
Her anınla yanımızdasın anlasana
Şiirlerin yitirdi anlamını
Senin dilinden duyduklarım
Benim dilimde ay kesiği vesvese
Seni nasıl sevdiğimi dilim sussa
Şemsi Akbaş’ın fırçasında
Can bulmuş turnalar söylese… hd”
Bazı dostluklar kolay kazanılamaz zaman alır. Bazı dostluklar da mayalanır, gün gelir yerini bulur. Şemsi hocamla dostluğumuz öyle bir şey işte. 1970’li yıllardan kalan tozlu bir fotoğrafın tozunu bir dost “Zaim Güzel” eliyle kenara çekince ortaya çıktı. O gün bile bilinmeyen ve iç içe ilişkiler… Eşi Mehmet Ali dost ile söyleştikçe derinleşen… bir taraftan eskileri yad edip mutluluğumuzu gülüşlerimize katarkan, Cemal (Haydar) ismiyle ansızın bir sızı düştü ikimizin de yüreğinin orta yerine. Öyle ya dostluklar da acılar da mutluluklar da ortaktı, kırk beş yıl geçmiş olsa da daha dün gibi tazeydi ideallerimiz, düşlerimiz, düşüncelerimiz. Sevgili okuyanlarım, ben sözü fazla uzatmadan, Bacım, hocam Şemsi Akbaş’a vereyim. Ve sanat adına ürettiklerini, üreteceklerini ve sanata dair çabalarını kendi kaleminden okuyalım.
Şemsi AKBAŞ
1958 Karşıyaka/İzmir doğumluyum. Altı kardeşin üçüncüsüyüm. Eğitimimi Eskişehir ve Ankara’da tamamladım. Evli ve bir kız çocuğu annesiyim. Halen Eskişehir’de yaşıyorum.
Resim çalışmalarıma 2013 yılında Eskişehir’de başladım. Eskişehir ve Ankara’da çeşitli atölyelerde minyatür sanatçılarından “Eskimeye yüz tutmuş geleneksel minyatür eğitimi” aldım. Eskişehir’de ressam Levent Oyluçtarhan’ın atölyesinde beş yıl boyunca desen ve suluboya eğitimi aldım. Halen çalışmalarıma kendi atölyemde devam etmekteyim.
2013 yılında ablam ressam Gülser Tuna’nın teşvikiyle Eskişehir’de beş arkadaşımız ile bir minyatür eğitmeninin atölyesinde eğitimlere katıldım.
İlk olarak 2014 yılında iki kişilik karma sergiye ve arkasından birçok karma sergilere katıldım. Olumlu tepkiler geldikçe çalışmalarıma hız verdim.
Minyatür sanatını kısaca tanımlamam gerekirse; perspektifi olmayan, canlı renklerin kullanıldığı dönemin tanıklığını yapan bir resim sanatıdır. Türk minyatürü de bu sanatın Uygurlardan başlayıp Selçuklulara uzanan, Osmanlı saray sanatı olarak nakkaşlar ve tezhipçiler tarafından resmedilerek, kitaplaştırılarak günümüze ulaşan bir dalıdır.
Ben de bu sanat ile ilgilenmeye başladığımda hocalarından aldığım eğitimlerle onların eserlerinin benzerlerini ya da aynılarını yaparak, tekrarlarla ilerledim. Bir süre sonra bu tekrarlar ile kendin olmadığını fark ediyorsun zaten, kalıpların dışına çıkmaya, kendine özgü ve özgür çalışmalar çıkarmaya başlıyorsun. 2018’de artık tamamen kendi çalışmalarım ile sergi açma kıvamına geldim.
İlk kişisel sergimi İzmir Ticaret Odası Resim Galerisinde “Yansımalar” adıyla deniz ve balık serisi ile açtım ve sergi süresince çok olumlu tepkiler aldım.
Balık serisinde insanlara; göçler, balıklar arası paylaşımlar, büyük balıklarının küçükleri yok etmesi, suların tek sahipleri olduğu hissi, dışarıdan insan müdahalesiyle yok edildikleri ama dirençlerinin yitirmedikleri, hep mutlu oldukları, hep çoğaldıkları ve var olduklarını yansıtmaya çabaladım. Renklerle ve minyatür etkisiyle direngenliklerini resmetmek sanırım hem insanları hem beni çok mutlu etti. Resimlerimde canlı renkleri kullanmayı ve insanların yüzlerindeki o tebessümü görmeyi seviyorum. Çünkü çok mutsuz bir toplumuz, buna ihtiyaçlarının olduğunu hissediyorum, çalışmalarımı renklerin mutluluğu üzerine kurguluyorum.
Hep dinleriz türkülerde, aşklarda, gurbetliklerde, hasretlerde, inançlarda, sevdalarda, berekette ve huzurda kısaca yaşamın her alanında birimizin yüreğine dokunmuşlardır. Turnalar. Turnalar insanlık tarihinde 2000 yıldır kutsallaştırılmıştır. Turnaları araştırmaya başladığımda kompozisyon olarak derlemem gerektiğini düşündüm.
İnsanlar resme baktıklarında hepsini birden algılamalılar. Tek eşli olduklarını, birine bir şey olduğunda diğerinin de yok olmayı hedeflediğini, Japon bir hasta çocuğa nasıl umut olduğunu, Alevi geleneğinde uçuşlarının ve çıkardıkları güzel sesin semahlarına nasıl yansıdığını, sevdalarda nasıl haber ya da selam taşıdığını, topraklara konmasının çiftçide nasıl bereketin bol olduğu inancının olduğunu, göç ettiklerinde insanların üzüntüyle uğurlayıp gelecek yılı iple çektiklerini bütünüyle yansıtmak istedim
Bu çalışmalarım çok kısa zamanda kişisel sergi seyircisi ile buluşacak, herkes gibi ben de eğitmenlerimin çalışmalarından çok etkilendim. Hepsinde çok şey öğrendim, öğrenmeye de devam ediyorum. Levent Oyluçtarhan soyut resimleri ile benim resimlerindeki canlı renkleri kullanmam açısından çok etkilendiğim ve birebir çalıştığım hocamdır. Bunları yaparken ayrıca örnek aldığım ünlü sanatçılar da oldu. Sanatın her dalından da etkileniyorum tabii ki! Osmanlı minyatür sanatçısı Levni’nin parlak renkler yerine doğal renkleri kullanması, derinlik ve perspektif anlayışını getirerek yenilikçi tarzı birçok minyatür sanatçısını etkilediği gibi benim de çalışmalarına ışık tutmuştur. Aynı şekilde Günseli Kato Japon minyatürü ile Türk minyatürünü harmanlaması minyatürün başka bir boyutu ve insanlığa armağanlarıdır.
Çalışmalarımı kağıt, tuval ve drolit gibi materyaller üzerinde; akrilik, guaj, suluboya kullanarak gerçekleştiriyorum. Doğada var olan canlı, cansız görsellerden bir hayli etkileniyorum. Atölyede canlı renklerle çalışmak her zaman beni mutlu ediyor, eserlerimde vurucu renkler kullanmayı, onlar arasındaki ahengi sağlamayı seviyorum. Bir eserin ortaya çıkış süreci ve sonucunda insanlarla buluşturduğumda karşılaştığım manzara bu sanatı zevkle sürdürmemin nedeni diyebiliriz. İnsanların resimlerimi izlerken yüzlerine yansıyan resmin canlı renklerinin, tebessümleri ile harmanlanması bana tarif edemeyeceğim bir mutluluk veriyor.