Cumhuriyetimizin kuruluşunun üzerinden tam 100 yıl geçti daha öncede birçok yerde yazdığım ya da anlattığım gibi biz Cumhuriyeti sadece işgalci emperyalist güçleri yenerek ve topraklarımızdan çıkararak değil aynı zamanda Osmanlı Hanedanı yandaşları ve Osmanlı Ordusu ile giriştiğimiz iç savaşı da kazanarak kurduk. Bu sayede Türk Milleti egemenlik hak ve özgürlüklerine kavuşmuş oldu.
Kalkınan, güçlenen ve refaha ulaşan gelişmiş toplumların tarihine bakıldığı zaman bu toplumların hepsinin mutlaki monarşi rejimlerinden kurtulup Cumhuriyet yahut da demokratik meşruti monarşi rejimine geçerken yaşadıkları iç savaşı geride bırakıp, sorunlarını çözdüklerini ve toplumsal uzlaşıyı sağladıklarını görürüz.
Amerika, İtalya, İspanya, Rusya, Çin, Fransa, Almanya ve İngiltere bu konudaki en iyi örneklerdir. Toplumsal enerjilerini, zamanlarını ve maddi manevi kaynaklarını bir iç savaş uğruna heba etmekten kurtulan toplumların gelişmeye, kalkınmaya odaklanıp kaynaklarını bu yönde kullanabilmesi sonucunda birer gelişmiş refah devletine dönüşmesi son derecede doğaldır.
Türk iç savaşının başlamasının üzerinden ise yaklaşık 100 yıl geçti, peki bu savaş sona erdi mi?
Taraflar arasında bir uzlaşı sağlandı mı?
Yoksa savaş devam ediyor mu?
Daha önce bir çok kere Türk iç savaşını anlatmış ve tarafları sıralamıştım hatırlatmak için burada bir daha tekrar edeyim; Türk iç savaşında taraflar:
1- Cumhuriyet yanlıları
2- Saltanat, hilafet ve şeriat yanlıları
3- Rum, Ermeni, Kürt, Etnik bölücülük yanlıları
Bu üç taraf kıyasıya çatışmışlar Cumhuriyetçiler; TBMM ordusunun hem işgal kuvvetleri ve hem de iç savaşın karşı cephesinde yer alan etnik bölücüler ile saltanat, hilafet ve şeriat yanlılarını ağır bir yenilgiye uğratması sonucunda bu iç savaşın da mutlak galibi olmuştur. Kurtuluş Savaşında kazanılan zafer ve arkasından imzalanan Lozan Barış Antlaşması ile iç savaşın etnik bölücülük yanlıları ciddi bir tasfiyeye uğramıştır.
Cumhuriyete karşı iç savaşta cephe açan etnik bölücüler Rum, Ermeni, Kürt ve bir miktarda Çerkezlerden oluşmaktaydı. Lozan Anlaşması Hükümleri gereği tehcir edilen Ermenilerin geri dönüş ve tazminat taleplerinin reddedilmesi ile Rumlara uygulanan mübadele sonucunda Ermeni ve Rumların Anadolu’da etnik bölücülük hareketini sürdürebilecek nüfusu kalmamıştır. Çerkez Ethem’in başlatmaya çalıştığı hareket ise tutmamış, sonuçta Çerkez Ethem’in Yunanlılara sığınması bu hareketi yok etmiştir.
Geriye kalan Kürt etnik bölücü hareketi ise zaman zaman alevlenerek günümüze kadar gelmiştir. Dersim isyanı ve PKK tarafından gerçekleştirilen terör eylemlerini bu kategoride değerlendirmek gerekir.
Cumhuriyet döneminde Anadolu’da gerçekleşen etnik bölücü nitelikli isyan ve terör hareketleri:
Nasturi İsyanı (1924- Hakkâri)
Jilyan İsyanı (1926- Siirt)
Şeyh Sait İsyanı (1925- Bingöl-Muş-Diyarbakır)
Seit Taha ve Seit Abdullah İsyanı (1925-Şemdinli)
Reşkotan ve Reman İsyanı (1925- Diyarbakır)
Eruh’lu Yakup Ağa ve Oğulları (1926-Pervani)
Güyan İsyanı (1926-Siirt)
Haco İsyanı (1926- Nusaybin)
I. Ağrı İsyanı (1926)
Koçuşağı İsyanı (1926- Silvan)
Hakkâri- Beytüşşebab İsyanı (1926)
Mutki İsyanı (1927- Bitlis)
II. Ağrı İsyanı
Biçar Harekâtı (1927- Silvan)
Zilanlı Resul Ağa İsyanı (1929- Eruh)
Zeylan İsyanı (1930- Van)
Tutaklı Ali Can İsyanı (1930- Tutak-Bulanık-Hınıs)
Oramar İsyanı (1930- Van)
III. Ağrı Harekâtı (1930)
Buban Aşireti İsyanı (1934- Bitlis)
Abdurrahman İsyanı (1935-Siirt)
Abdulkuddüs İsyanı (1935-Siirt)
Sason İsyanı (1935-Siirt)
Dersim İsyanı (1937-Tunceli)
PKK Terörü (1984 - devam ediyor)
Bu etnik bölücü çatışmalar Cumhuriyet’e karşı savaşan saltanat, hilafet ve şeriat yanlıları ile de zaman zaman düşmanımın düşmanı dostumdur anlayışından yola çıkarak işbirliği yapmışlardır. Elbette sadece bunlar ile değil enternasyonalist sol hareketler ile de ciddi işbirliği içine girmişlerdir. Anadolu’da kalan yahut da diasporayı oluşturan Ermeni ve Rumların Kür bölücü hareketlere açık ya da gizli olarak destek verdiği de bilinmektedir.
Çatışmanın diğer tarafı olan Hilafet ordusu ile saltanat, hilafet ve şeriat yanlıları uğradıkları büyük askeri ve siyasi hezimetten sonra uzunca bir süre yeraltına inerek mücadeleyi oradan sürdürmüşlerdir. Saltanat ve hilafetin kaldırılması, Osmanlı Hanedanı mensuplarının da bu karara boyun eğerek saltanat ve hilafet davası gütmemesi bu kesimin elini oldukça zayıflatmıştır.
Bugün artık saltanat davası güden hiç kimse yoktur, lakin şeriat ve hilafet davası güden siyasi İslamcılar hem sayı, hem ekonomi ve hem de siyasi açıdan çok güçlenmişler ve Cumhuriyet için bir tehdit halini almışlardır. Daha bundan 7 yıl kadar önce gerçekleşen 15 Temmuz kalkışması bu ülkede şeriat ve hilafet davası güden siyasi İslamcı oluşumun boyutunu, ne kadar cüretkâr ve organize olduğunu açıkça göstermektedir.
Sonuç olarak Türk iç savaşı bitmiş, taraflar belirli bir çizgide uzlaşmış değildir! Bu durum toplumsal enerjimizi soğurmakta, maddi manevi kaynaklarımızı heba etmekte ve kalkınarak gelişmemizi, bir refah devletine dönüşmemizi engellemektedir. Konuyu bu bakış açı ile değerlendirmekte ve ona göre tedbir alıp siyaset üretmekte büyük fayda vardır yoksa daha kalkınmak için çok bekleriz.