TÜRK GENÇLİĞİNİ ZEHİRLEYEN ANILAR

Bir önce yayınlanan “Dr. Rıza Nur Meselesi” adlı makalemde Türk Milliyetçilerini ve Türkçü kesimi zehirleyen Dr. Rıza Nur’un kimliği, kişiliği ve yazdığı iddia edilen anıları tartışmaya açmayı amaçlamıştım.

Amacıma ciddi manada da ulaştım, bence bu çıban deşilmeli, bu irin akıtılmalı ve yaraya temiz kan gelmesi sağlanmalıdır yoksa bu yara kokuşur, kangren olur gençlerimizi zehirler.

Öncelikle şunu söyleyeyim; Şayet Hüseyin Nihal Atsız ya da Nejdet Sancar bu hatıratın bu şekildeki içeriğinden haberdar olarak Dr. Rıza Nur’a itibar ettiler ise bu onları da en az Rıza Nur kadar şüpheli ve şaibeli bir konuma düşürür. En nihayetinde Türk milliyetçiliğinin kimlere emanet edildiğini, kimlerin kimler tarafından devşirilip, kullanıldığını sorgulamaya açar!

Bu durumda Atsız ve Sancar buradaki iddiaları biliyorlardı ve doğru kabul edip itiraz etmediler deniyorsa; Türkçüler’in Atsız ve Sancar’a olan ilgi, alaka, sevgi ve saygılarını da en baştan sorgulaması gerekiyor demektir.

ANILARIN İÇERİĞİNE DAİR:

Şimdi bu noktada önce anıların içeriğinde yer alan bazı özel ve mahrem hayatı ilgilendiren meseleleri tartışmak gerekir ki bu anıları yazan ya da bu anılarda yazanları tasvip eden, yayan ya da burada yazanlara karşı sessiz kalan kişilerin karakter ve kişiliklerine ayna tutalım:

Dr. Rıza Nur’un anılarında Mustafa Kemal Atatürk ve annesi Zübeyde Hanım hakkında bazı akıl almaz iddialar vardır, bu iddiaları burada tekrarlamaya ben ar ederim.

Mustafa Kemal’in istihbarat ve hafiyeliğe düşkünlüğü ile bilinen Abdülhamit devrinde Askeri mektebe girdiğini, buradan kurmay subay olarak mezun olduğunu, Türk ordusunda padişah yaverliğine ve ordu komutanlığına kadar da yükseldiğini bilmesek bu iddiayı ciddiye alabiliriz.

Herkes bilir ki bırak kendini, ailesinde bile en ufak bir şaibe ya da ahlaki düşkünlük olan birinin askeri okula alınması, Türk Ordusunda subay olması asla mümkün değildir.

Böyle bir iddiada bulunup düşkün hayat yaşayan birinin, nesebi belirsiz oğlunun Türk ordusunda, ordu komutanlığına kadar yükselebileceğini iddia edenin ya aklından zoru vardır ya da şerefsiz bir iftiracıdır!

Mustafa Kemal’in çok genç yaşlarından beri rakip olarak görülerek başta Enver Paşa olmak üzere birçok kişi tarafından hedefe oturtulduğunu da biliyoruz, en ufak bir ahlaki ya da kişisel defosu olsa bunlar taa o zamanlar çarşaf çarşaf ortaya serilir, sonuna kadar kullanılırdı değil mi?

Abdülhamit’in, Mehmet Reşat’ın, Vahdettin’in, Enver Paşa’nın Damat Ferit’in Yunanlıların ve İngilizlerin bilemediği bu kadar vahim bir iddiayı Rıza Nur bilmiş, Kadir Mısıroğlu da bu bilgiyi İngilizlerden almış basmış, yaymış demektir ki buna inanan biri cidden psikolojik sorunlar ile duçar demektir.

Herhangi bir Türkçünün ya da Türk milliyetçisinin böyle bir iddiaya bırakın itibar etmeyi, böyle bir iddiayı küfretmeden dinlemesi bile son derecede anormaldir ve ben o kişinin Türkçülüğünden, Türk milliyetçiliğinden çok ciddi şüphe duyarım! Bu kişinin Atsız ya da Sancar olması da hiç fark etmez...

Şimdi gelelim Rıza Nur’un hatıratındaki ikinci önemli mahrem meseleye:

Rıza Nur anılarında Mustafa Kemal ve Vedat adındaki bir genç hakkında akla hayale sığmaz alçakça bir iftirayı kaleme almıştır, ben burada bu iftirayı tekrarlamaya gerek görmüyorum.

Fakat bu Vedat konusu Kadir Mısıroğlu tarafından bu anılar yayınlandıktan sonra özellikle Atatürk’e karşı nefret duygusu uyandırmaya çalışılan kişilerce çok dillendirilir, kapalı kapılar arkasında, kulaktan kulağa, devşirilmek istenen çoluk çocuğa anlatılır oldu.

Bizim inanır bu deli saçmalarına diye ciddiye almayıp, cevap vermeye tenezzül etmedikçe de bu dedikoduların etkisinde kalan ve böylece Atatürk’ten nefret eden gençler ortaya çıktı.

Peki, bu iddiada bir gerçek payı olabilir mi?

Bunu aydınlatmak için sorulması gereken ilk soru şu olmalı; Çankaya köşkü o devirde bir resmi daire ve her tarafı nöbetçi asker kaynayan bir karargâhtır, uzak dağ başında kuytuda ıssız bir bağ evi değildir! Kim böyle bir yerde ulu orta yakışıksız bir harekette bulunabilecek kadar isterik bir cinnet halinde olur ki?

Rahatça, uluorta, böyle bir harekette bulunabilen bir kişinin cinsel eğilimlerini saklamaya yönelik hiçbir endişesinin olmaması gerekmez mi?

Böyle bir kişinin cinsel tercihlerine dair etrafı nezdinde bir bilgi ya da en azından bir dedikodu olması gerekmez mi?

Peki, size şu soruyu sorayım eşcinsellik Türk ordusunda normal kabul edilen bir durum, ya da tercih midir?

Eşcinseller askere alınmıyor ve çürük olarak ayrılmıyor mu?

Rıza Nur’un iddia ettiği olayın ya da benzer olayların başka bir tanığı hatta bırakın tanığı böyle bir olayın dedikodusunu yapan başka bir kişi ya da kişiler var mıdır?

Teyzem Latife kitabının da yazarı Latife Hanım’ın yeğeni, Mehmet Sadık Öke’ye ben bu Vedat olayını sordum. Sordum çünkü annesi o gün Çankaya köşkünde konuk ve bu olaya tanık olduğu söylenen kişilerden biri. Mustafa Kemal’in böyle eğilimleri olabileceği boşanmanın da bununla ilgili olduğu iddiasını çok kesin bir dille reddetti, yok böyle bir olay dedi ve kavganın asıl sebebini de anlattı.

Bakın bu iki mahrem konu Dr. Rıza Nur tarafından yazıldığı iddia edilen anılarda ortaya atılan iki çok iğrenç iftiradır.

Bakınız hayatı boyunca namazında, niyazında mümin bir şekilde yaşamış olan Zübeyde hanımın iffetine yönelik böyle bir iftirayı ortaya atan, bu iftiraya karşı sessiz kalan ve bu iftirayı yayan herkesin bırakın Türkçülüğünü öncelikle ahlakı, şerefi ve aklından şüphe etmek gerekir!

Bütün bu gerçekler ortada iken o ya da bu gerekçe ile Rıza Nur’u savunmanın önce insanlık ve sonrada Türkçülük çerçevesinde mümkün olmadığı ortadadır.

Ona iltifat edenler bu alçakça iftiraları bilmeden övüyorsa kandırılmışlardır, yok eğer bilerek övüyorlarsa aynı cenahta yer alan hainlerdir, Türkçülerin de onlara yönelikte çok ciddi bir sorgulama yapması gerekir.