Soyu iyiden iyiye tükenen bir meslek grubu tüccar terziler İstanbul’un önemli renklerindendiler…Genelde gayrı müslim olurlardı, çok iyi kumaşları olurdu ve her kuponu size saatlerce anlatabilirlerdi Kumaşı size sattıktan sonra bir de elbise dikerlerdi üç dört kez provaya çağırırlardı biraz pahalı olurdu ama olsun konfeksiyondan iyi olurdu. “Bir İngiliz centilmenin üstünde en az 7 renk olmalıdır” kabulünü mesela; Bir yandan sohbet ederken öte yandan prova da kullandığı kolundaki taşıyıcıya saplı iğnelerin biri dudakları arasında, mezurası boynunda, kalem niyetine kullandığı özel sabunuyla kalıpları kumaşa çizen Mösyö Moiz’den, babama anlatırken öğrenmiştim…
Peki aydınlanma, çağının en büyük filozof yazarı Voltaire Nasıl oluyor da tüccar terzi oluyormuş diye hemen babalanmayın…ONE MINUTE anlatacağım…Voltaire’in varoluşçuluğu kendini inşa etmiş olmasından gelir. General De Goulle’un 68 olaylarında tutuklanmak istenen Jean Paul Sartre’a elleşmeyin Sartre Fransa’dır dediğini hatırlayalım. Voltaire de ‘post Sartre Fransa’ hatta hayatının yarısından fazlasını Londra’da geçirdiğinden dolayı, Avrupa’dır Voltaire. Ondan sonra sahne alan varoluşçular onu referans aldılar ve fakat “Tanrının yokluğunun yol açacağı nihilizmden endişe eden, inançsızlığın halk için büyük bir tehlike yaratacağını düşünen” Voltaire’in Tanrıya ilişkin kabullerini yıkarak kendilerine yol açtılar…
Belli bir kalıba veya tarife saplanıp kalmamış. Tek başına hiç biri değil ama hepsinden biraz..
Voltaire, bir taraftan Fransız ihtilalinin hazırlayıcı kanaat önderi, ele aldığı kamusal davalarla ve yürüttüğü kampanyalarla liberal Fransa’nın kahramanı olurken öte yandan Monarşiyi olağan bir yönetim biçimi, aydın despotluğunu ise ileri tek politika olarak gördü. Reformlar, aydın kral aracılığıyla gerçekleşmeliydi. Diğer taraftan, “Tebaasının eğitimini ve refahını iyileştirmenin kralın rasyonel çıkarına olduğu” düşüncesindeydi. “Eğitim imkânı bulduğu zaman bile, insanın yeterli olgunluğa erişemediğini, hele aşağı tabakalara doğru indikçe doğru karar verme yetisinden iyice kuşku duyduğunu” yazdı. “Ayak takımı fikir yürütmeye kalktığında her şey bitmiştir” diyecek kadar demokrasi karşıtıydı. Bazı çağdaşlarının, eşitlik tutkusunu da paylaşmadı Voltaire. O’na göre “İnsanlar bağımlı ve eşitsiz doğmuşlardır.” Bu, Dünyada var olan güç ilişkilerinin dayattığı bir eşitsizliktir. Ancak, Feodal düzenin dayattığı hukuki eşitsizlikler akla yatkın değildir, yasalar karşısında herkes eşit olmalıdır.”diyecek kadar akıl tutulmaları da yaşadı.
Voltaire yaşadığı yüzyılda, “Fransa’nın en güzel süsü” diye anılan, Fransanın ve Avrupa’nın en popüler insanıydı. Kral ve hükümet için baş belasıydı ama Madamme Pompadour ve Madamme Du Barry gibi kral gözdelerinin sevgilerini kazandı. Çariçe II. Katerina, Prusya Kralı II. Frederich, Polonya Kralı Stanislav gibi uzun süreler mektuplaştığı, kendisine hayran olan monark dostları vardı. Parlak yazarlığı, zekası ve aydınlanma için yılmadan savaşması ile, aydınlanma değerlerinin Avrupa ölçüsünde yayılmasını sağlaması, Aydınlanmayı öylesine güçlü temsil eden bir figürü olarak bu dönemi Voltaire çağı ve dönemin felsefesini Voltaire felsefesi olarak tanımlatması vb. sayısız katma değer malumlarına baktığımızda Voltaire’in dehası çıkıyor karşımıza… Voltaire, olağanüstü üretken bir yazardı. 50’den fazla Tiyatro oyunu, bilim, siyaset ve felsefe üzerine düzinelerce inceleme ve kitap, kısa romanlar, methiyeler, şiirler, hicivler, her türde makaleler, diyaloglar ve hacimli tarih kitapları yazdı. Ayrıca, yaşamı boyunca, arkadaşlarına ve çağdaşlarına şiirlerini ve düşüncelerini ilettiği 40.000 civarında mektup kaleme aldığı tahmin ediliyor. Altmış yıldan fazla süren kariyerinde, Voltaire’in mevcut yazılarının yaklaşık on beş milyon kelimeye ulaştığı ve akla gelebilecek hemen her konuyu ve türü kapsadığı tahmin ediliyor.
Aman Allah’ım neler yapmış neler…
Edebiyatın Leonardo Da Vinci’si her kalıba girip çıkmış…Amma velakin ustanın yaşamının gri kısımlarından ise pek çok eksantrik film ve dizi senaryosu çıkar.. Bir ben vardır benden içeri misali Voltaire’in ikinci bir benliği vardı öteki Voltaire’e baktığımızda tüccar terzi oluşunun kodlarını görürüz. Eserlerinde Haham Akib, Papaz Bourn, Canterbary Piskoposu, Lord Bolingbroke, Dr. Ralph, Mamaki, Jean Plokof vb. 175’e yakın farklı isim kullanması da yaşadığı obsesif kompulsif bozukluğunun dışa vurumudur.. Üstat bugünün otobanda makas atan uyanıklarını ansıtıyor. Yaşamı süresince ona inanılmaz bir edebi üretkenlik ve güven sağlayan mali bir bağımsızlığa sahipti Voltaire. Şair ve yazar olarak edebiyatçı kimliğinin yanında, müthiş bir ticari zekaya ve girişimci ruha sahip “milyoner” bir iş adamı olduğunu belirtmek gerekir. Parasının ve yatırımlarının idaresinde de müthiş başarılıydı. Servetinin önemli bir bölümünü yazarlığı ve ailesinden kalan hatırı sayılır miras ile değil, Hazinenin Fransız bonolarını yeniden cazip kılmak için düzenlediği Piyangolar sayesinde yapmış ve sonra da başarılı bir iş adamı olmuştur. Arkadaş olduğu ünlü matematikçi ve kaşif Charles Marie De La Condamine piyango kurgusunun bir açığını bulmuş ve kısa yoldan çok para kazandıracak bu açığı Voltaire ile paylaşmıştır. Hazine Bakanlığı durumu kavrayıncaya kadar, her ikisi de katıldıkları piyangolardan büyük bir servet kazanır. Voltaire, yaşamı boyunca girişimlerine devam etti. Macera sever entrepreneur/ girişimciliğin daha doğrusu oportünizmin (fırsatçılık) isim babası kabul edebiliriz kendisini. Tüccar terzi benzetmemi haklı kılacak kadar durumdan vaziyet çıkarmanın, yoksa yaratmanın üstadıydı. anlayacağınız. Bir dönem bir arkadaşı ile birlikte Fransız Ordusunun önemli tedarikçilerinden biri oldu. Okyanus aşırı sefer yapan ticaret gemileri işletti. Yaşamı boyunca, soylulara yüksek faizlerle para veren bankerdi, tahvil yatırımcısıydı. İlerleyen yaşlarında, kurduğu işletmelerde 800 kişi çalıştıran tekstilciydi, ipek üreticisiydi. Dünyanın dört bir yanına ihraç ettiği kol ve duvar saatleri üreten atölyeler kurdu. Özetle, yaşadığı dönemde edebiyatla uğraşan birinin sahip olamayacağı bir servete sahipti.
Voltaire, ömrünün önemli bir bölümünü sürgünde, ülkesi dışında ya da kendi ülkesinde “gözden uzakta” geçirdi. Genç yaşta yazdıklarından ötürü Bastille’e atılmış ve kolaylıkla tekrar hapsedilebileceğini anlamıştı. Zamanla yazmaya devam edebilmek için farklı çözümler buldu. Eserlerini farklı isimlerle bastırdı, kendisinden habersiz yayılan mektuplarının, izinsiz basılan derlemelerin kendisine ait olduğunu inkar etti. Ancak, öyle farklı bir üslubu vardı ki, okuyan ya da duyan herkes yazılanların kime ait olduğunu anlıyordu. İstisna birkaç yıl dışında daima “istenmeyen adam oldu.”
Bu sebeple, genellikle Paris’ten uzakta, gerekirse ülkeyi hemen terk edebileceği, sınıra yakın yerlerde yaşadı.