Tıkanmayın, Duvarları Boyayın

Bazen, ne yaparsak yapalım bir şekilde tıkanabiliyoruz. O an, o işi yapmak bize büyük bir zulüm gibi geliyor; katmerli çığlar altında kalmışız gibi oluyor. İşte böyle durumlar sadece bizim başımıza gelmiyor; Albert Einstein’ın da başına geliyordu. Einstein, bu tür tıkanmalara karşı “birleşimsel oyun” teorisini üretmiş. Ne demek “birleşimsel oyun”? Zihni tıkandığında, pas tutmuş kanallarını açması gerekiyordu. Bir problemle karşılaştığında keman çalıyor, notaların arasına zihnini kurumaya bırakıyor, belleğini temizliyordu.


Aslında bu temizlik, problemden kaçış değil; aksine başka bir uğraşla meşgulken çözümün melodik şekilde aklına gelmesini beklemekti. Elbette hepimiz keman çalarak bu tılsımı yakalayacak değiliz. Böyle bir durumda duvarcı ustası gibi davranarak ama çırak olduğumuzu unutmadan tuğlaları yerleştirebiliriz.


İnşaattan gitmişken… Dünya çapında bir yoğurt markasının sahibi, teşvikle ilk fabrikasını aldığında çok borçlu olduğunu anlatıyor. Aldığı yer de eskiden bir yoğurt fabrikasıymış; ancak artık kullanılmadığı için ona devretmişler. “Bir başladık ama yapacak bir şey yok. Sonsuzluk içinde bir küçük aydınlık gibiyiz. Boş oturacak hâlimiz yok, hadi duvarları boyayalım dedim ve birkaç hafta fabrikanın her bir yanını beyaza boyadık” diyor. Fotoğrafını da okuduğum habere yerleştirmişler. Hayallerini beyaza boyamış işte. Taş ustası değil, sektörün çırağı olarak başlamış.
Ben ne yapıyorum? Tıkanmıyor muyum? Elbette tıkanıyorum. Ben de yıllardır böyle durumlarda online satranç oynuyorum. Duvarları boyamıyorum, zihnimle konuşuyorum sadece. Stefan Zweig’in “Satranç” kitabını okuyanlar zihnin iç sesine nasıl temas edildiğini bilir. İşte ben de öyle yapıyorum. Sonuç alıyor muyum? Galiba alıyorum ki, bir şekilde sorunların içinden süzülerek birçok farklı kulvarda yol açabiliyoruz.


David Hume, “Alışkanlık, insan yaşamının en büyük rehberidir.” demiş ve bu sözü zihnimize bir yön levhası gibi yerleştirmiş. Bu yaptığımız şey —yani “birleşimsel oyun”— aynı rutin etrafında dönebilir mi? Alışkanlığa dönüşebilir mi? Bence işe yarıyorsa, dönebilir. Bende satranç bir şekilde işlevini görüyor. Bunu herkes kendine göre uyarlamalı bence.
Winston Churchill de II. Dünya Savaşı gibi kanlı bir acının ortasında resim yapıyordu; bunu terapötik bir uğraş olarak görüyordu. O da “birleşimsel oyun” taktiğini uyguluyordu. Elbette bu yöntemi stresle başa çıkmak için kullanıyordu; ancak birçok örnekte olduğu gibi stresini yanlış da yönlendirebilirdi.


Warren Buffett’tan okuduğum bir kitapta, öğle aralarında kitap okuduğundan bahsediyordu. Yıllanmış bir şarap gibi verimli, bu iş insanı da “birleşimsel oyun” teorisinin yıllar boyunca meyvelerini yemiş gibi görünüyor. Benzer şekilde, bir söyleşisinde Ömer Koç da toplantı aralarında günde iki üç kitap okuduğunu anlatmıştı. Aslında bu da bir tür “çapraz okuma” taktiği; zihnini sayfaların çözümcü konusuna bırakıyor.
Okuduğum bir iş dergisinin Ağustos sayısına röportaj veren İş Bankası Genel Müdürü Hakan Aran, Einstein’ın bu taktiğini “teneffüs” olarak nitelendirmiş ve sabah erken kalkarak spor yaptığını söylemiş. Aslında bu anlık bir kaçış değil; başta da yazdığım gibi bir rutin olmuş. Ama ne fark eder ki? Tıkanma bu şekilde açılıyorsa, her şey uygundur. Aynı sayıda yer alan Mey Diageo CEO’su Bahar Uçanlar ise şu an böyle zamanlar için bir metodu olmadığını ancak bu yaşam tarzına geçiş yapmak istediğini belirtmiş. Çünkü insan, ne olursa olsun bir dönem tıkanmış tünelin ucunda kendini buluyor.


İş dünyasında tıkanmalara karşı panzehir olarak birçok yöntem kullanılabilir. Tıkanmaların o soğuk terlerinde, kişinin belli rutinleri yoksa kötü alışkanlıklar edinebilir. Bu, birçok kişinin de başına gelmiştir zaten. Böyle durumlar için “birleşimsel oyun” bana göre çok uygun. Zihnin saklambacı gibi. Yerinde durmayan, oyun kuramı gibi çalışan, hamlelerini doğru tarafa atan zihinler… Savaş ortamında bile bunun örnekleri var.
Biz de o zaman “birleşimsel oyun” taktiklerini dost edinerek, krizde hissettiğimiz her an karanlığa ıslık çalarak aydınlığı çağıracağız.